Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Günlerdir tartıştığımız Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin yazdıklarını ve yaptıklarını dikkatle incelerseniz, iki ayrı Mustafa Sabri Efendi’nin mevcut olduğunu görürsünüz. İlki, 20. asrın önemli bir din âlimidir, diğeri ise hatâ üstüne hatâ yapmış bir politikacıdır! İşte, Mustafa Sabri Efendi’nin yazdığı zannedilen Kuvâ-yı Milliye aleyhindeki Dürrîzâde fetvalarının, yani hem “Bey”, hem de “Efendi” unvanlarına sahip olan Dürrîzâde Abdullah Bey Efendi’ye ait beş adet fetvanın öyküsü...

        TOKAT’taki bir imam-hatip lisesine Mustafa Sabri Efendi’nin isminin verilmesinin ama gelen tepkiler üzerine bir şehidin adı ile değiştirilmesinin sebep olduğu tartışma hâlâ devam ediyor.

        Hadisenin duyulması üzerine konudan haberdar olmamaları bir tarafa, doğrusunu öğrenebilmek için gereken birkaç dakikalık zahmete bile tahammül gösteremeyecek kadar meşgul olan bazı yazarlarımız, ortalıkta senelerdir dolaşan yanlış bilgileri, yani Kuvâ-yı Milliye hakkında 10 Nisan 1920’de çıkartılan ölüm fetvalarının Mustafa Sabri Efendi’ye ait olduğu palavrasını internetteki daha da büyük yanlışların sosuna bulayıp hemen tekrar ettiler...

        Mustafa Sabri Efendi (sağda), son senelerinde Mısır’da

        Geçen gün fetvaların Mustafa Sabri Efendi ile alâkasının bulunmadığını, bunları bir sonraki Şeyhülislâm Dürrîzâde Abdullah Bey Efendi’nin verdiğini yazdım ama bu defa ortaya başka bir tuhaflık atıldı ve “Fetvaların altında her ne kadar Dürrîzâde’nin imzası var ise de metinlerini Mustafa Sabri yazmıştır” dendi!

        Yazılı kaynak mı arıyorsunuz? Tabii ki yok! Kulaktan dolma birtakım garip iddialar ve söylediğim gibi internetteki birbirinden yanlış bilgiler kâfi geliyor ve üstelik artıyor bile! Tarihi ideolojiye hizmetkâr kılmaya heves edildiği için fetvaların nasıl verildiği hakkında birşey bilmek, araştırmak ve okumak gerekli görülmüyor; “fetvahane”, “müsevvid”, “mübeyyiz”, “fetva emini”, “iftâ” yahut “istiftâ” kavramlarının ne olduğunu öğrenmeye de asla lüzum hissedilmiyor.

        Bugün bu sayfada, meşhur fetvaların görüntülerini yayınlıyorum...

        Önce, fetvalarda neler yazıldığından bahsedeyim:

        GARİPTEN DE ÖTE BİR İDDİA

        10 Nisan 1920’de yayınlanan fetvalar beş adettir, hiçbirinde “Kuvâ-yı Milliye” ifadesi geçmez ama hepsinde Anadolu’daki hareket kastedilir. İlk fetvada Halife’nin emrine karşı çıkanların katledilmelerinin meşru ve farz olduğu söylenir; ikinci fetvada savaşma gücü olanların Sultan Vahideddin’in etrafında toplanmalarının vacip görüldüğü, üçüncüsünde Halife’nin tarafını terkeden yahut firar eden askerlerin dünyada cezaya ve ahırette de azaba müstahak oldukları ileri sürülür. Dördüncü fetvada “isyancıları” katledenlerin “gazi”, onlar tarafından öldürülenlerin de “şehid” olacakları; son fetvada da Sultan’ın emrine karşı çıkanların şeriatın belirlediği cezalara uğrayacakları yazılıdır ve hepsinin altında “Dürrîzâde Abdullah” imzası vardır.

        Fetvaların Dürrîzâde’ye değil de Mustafa Sabri Efendi’ye ait olduğunu iddia etme garabeti neyi hatırlatır, bilir misiniz?

        Hani 1980’de Süleyman Demirel’in aldığı, Turgut Özal’ı ekonominin başına getirdiği ve sistemi baştan aşağı değiştiren meşhur 24 Ocak kararları vardı ya...

        Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin

        ailesi ile bundan 29 sene önce,

        Kahire’de yaptığım röportaj

        24 OCAK, ECEVİT’İN Mİ?

        “Fetvaları zamanın şeyhülislâmı Dürrîzâde Abdullah imzalamıştır ama o fetvaları aslında bir önceki şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi yazmıştır” demek ile “24 Ocak kararlarının altında gerçi Süleyman Demirel’in imzası vardır ama kararlar aslında bir önceki başbakan Bülent Ecevit tarafından kaleme alınmıştır” demek arasında tuhaflık ve saçmalık bakımından hiçbir fark yoktur. Üstelik bir şeyhülislâmın o makamda daha önce bulunan bir başka şeyhülislâmın hazırladığı fetvayı imzalaması, yani Dürrîzâde’nin Mustafa Sabri Efendi’nin yazdığı metni kendi ismi ile yayınlaması onun dinî malûmat bakımından zayıf olduğunu iddia etmektir ki, şeyhülislâmların siyasî kanaatleri ne olursa olsun, bilgi bakımından yetersiz bulunmaları mümkün değildir.

        Şimdi de 1869 ile 1954 seneleri arasında yaşamış olan Tokatlı Mustafa Sabri Efendi’den bahsedeyim:

        Yazdıklarını ve yaptıklarını dikkatle incelediğiniz takdirde, iki ayrı Mustafa Sabri Efendi’nin mevcut olduğunu görürsünüz.

        İlki, 20. asrın önemli bir din âlimi olan, meselâ hilâfet ve siyaset münasebetlerinin anlatıldığı “En-Nekîr Alâ Munkiri’n-Ni’me mine’d-Dîn ve’l-Hilâfe ve’l-Umme”nin, kader konusunun ele alındığı “Mevkıfu’l- Beşer Tahte Sultâni’l-Kader”in, kelâm ilminde önemli bir eser kabul edilen “Mevkıfu’l-Akll ve’l-Ilm ve’l-Âlem”in ve daha başka kitapların yazarı olan, Batı felsefesini de ciddî eleştirilerde bulunacak kadar iyi bilen Mustafa Sabri Efendi’dir ve yazdıkları hâlâ kaynak olarak kullanılmaktadır.

        Dürrîzâde Abdullah Bey Efendi’nin Kuvâ-yı Milliye’nin aleyhinde verdiği fetvalar.

        Sultan Vahideddin’in Damad Ferid Paşa’yı dördüncü defa işbaşına getiren sadaret

        fermanı ve hükümetin Kuvâ-yı Milliye aleyhinde yayınladığı bildirinin yeraldığı bu

        matbu belgenin, İngiliz ve Yunan uçakları tarafından Anadolu’nun dört bir tarafına

        atıldığı söylenir (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, İ.DUİT. 9/140-11).

        YILLARCA SÜRGÜNDE KALDI

        Diğer Mustafa Sabri Efendi ise hatâ üstüne hatâ yapmış bir politikacıdır! Dinî eserleri kaleme aldığı sırada gayet sert siyasî yazılar da yazmış, kısa bir müddet İttihadçılar’a yakın durmuş ama sonradan muhalif partileri desteklemiş, Hürriyet ve İtilâf Partisi’nin kurucuları arasında yeralmış, gençlik senelerinden itibaren sık sık sürgüne gitmek zorunda kalmış, Damad Ferid Paşa’nın dört ayrı hükümetinde şeyhülislâmlık ve bir ara sadrazam vekilliği yapmış ve Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gönderilmesine şiddetle karşı çıkmıştır. Hattâ, Ferid Paşa’yı bile Kuvâ-yı Milliye’ye karşı gerektiği kadar sert davranmadığı için eleştirip hükümetten istifa etmiş, Sevr Andlaşması’nın imzalanması gerektiğini savunmuş, gazetelerde Kuvâ-yı Milliye’nin aleyhinde sert ve hain yazılar yazmış, Lozan Andlaşması’nın ardından 150’likler listesine alındığı için ailesi ile beraber sürgüne gitmiş, vatandaşlıktan çıkartılmış, Romanya’da, Yunanistan’da ve Mısır’da yaşamış ve hayatını Kahire’de noktalamıştır.

        Kahire’de 1954’te vefat eden Mustafa Sabri Efendi’nin cenazesi Mısırlılar ve Mısır’da okuyan Türk öğrenciler tarafından kaldırılıyor

        İşte, ortada birbirinden tamamen farklı, bir yanda ciddî bir İslâm âlimi, diğer tarafta ise Mustafa Kemal’in başarılarının ardından Türklükten istifa edecek kadar hınç dolu olan ve “Ben de aynıyla reddedip Türk’ü / Attım üstümden en elîm yükü / Tevbe yârabbî tevbe Türklüğüme / Beni Türk Milletinden addetme” diye şiirler yazan iki ayrı Mustafa Sabri Efendi vardır ve her iki Mustafa Sabri Efendi’nin de ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.

        Kuvâ-yı Milliye aleyhindeki fetvaların Dürrîzâde’ye değil Mustafa Sabri Efendi’ye ait olduğu iddiasında bulunanlara küçük bir hatırlatma daha yapayım:

        FETVA SAHİBİNİ KISKANMIŞ

        Mustafa Sabri Efendi, Millî Mücadele’nin aleyhindeki fetvayı veren ve sürgüne gitmesinin ardından 1923’te Mekke’de vefat eden Dürrîzâde Abdullah Bey Efendi’ye hayrandır! Bir eserinde Dürrîzâde’den ve fetvadan bahsederken “Mustafa Kemal aleyhinde ‘âsî’ fetvasını vermek şerefi merhuma nasıl nasip olmuşsa, öldükten sonra Hazret-i Hadice’ye komşu bulunmak gibi fetvasının mükâfatı olduğuna şüphe etmediğim en yüksek pâye de, yine bu talihli zâta nisbet olmuştur. Vefatında ben de Mekke-i Mükerreme’de idim. Cenazesinde hazır bulundum ve dünyadaki fetvası gibi âhıretteki mekânını da kıskandım” diye yazar!

        HESAPLAŞMA VASITASI

        Dünyadan hataları ve sevapları ile beraber bundan seneler önce ayrılmış kişileri ideolojik vasıta hâline getirmeye çalışmanın ve bu maksatla Tokat’taki bir imam-hatip lisesine Mustafa Sabri Efendi’nin isminin verilmesinin ne kadar gereksiz, şuursuz ve kışkırtıcı bir hareket olduğunu söylememe aslında hiç lüzum yok...

        Ama karşı tarafın da benzer bir ideolojik hırs ile bilmeden, araştırmadan ve öğrenmeden, sapla samanı birbirine karıştırıp tozu dumana katarak ortaya atılması da saçmalıkta diğerinden aşağı kalmamaktadır ve bütün bunlar, tarihi “hesaplaşma vasıtası” olarak kullanmaktan vazgeçmemizin zamanının çoktan geldiğini göstermektedir!

        İkinci Meşrutiyet

        senelerinin Tokat

        mebusu Mustafa

        Sabri Efendi

        Diğer Yazılar