Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İsmi neredeyse bir asır sonra Türkiye’nin gündemine yeniden giren ve artık hemen herkesin tanıdığı Medine Müdafii Fahreddin Paşa, 1922’deki büyük zafer sırasında Türk Büyükelçisi olarak Afganistan’da idi. Zaferi hayli geç öğrenebilmiş ve İzmir’in kurtarıldığını da haber alınca Mustafa Kemal Paşa’ya bir mektup göndererek “Osmancığın mukaddes harîmini temizlediniz, Türk izzet-i nefsine vurulmak istenen yüzkarasını Akdeniz’le pakladınız” demiş, “Keşki ben de ordunuzda bir nefer olarak bulunabilse idim” diye yazmıştı.

        TÜRKİYE’de gündem pek çabuk, hattâ ânında değişir...

        Bundan üç hafta öncesini hatırlayın: Gündemi sadece Kudüs meselesi işgal ediyordu, derken Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in Medine Müdafii Fahreddin Paşa hakkındaki edepsiz iddialarını tartıştık, birkaç günden buyana yeni çıkartılan KHK ile ByLock kurbanlarını konuşuyoruz, bu yazıyı yazdığım sırada da Yunanistan’ın darbeci askerlere sığınma hakkı verdiği haberi geldi ve şimdi önümüzdeki birkaç gün boyunca bu hadise konuşulacağa benziyor.

        Abdullah bin Zayed’in edepsizliği aslında vesile oldu ve Türkiye’de dar bir kesimin bildiği Medine kahramanı Fahreddin Paşa sadece bizde değil bütün İslam dünyasında tanındı ve kahramanlıkları uzun seneler sonra yeniden gündeme geldi...

        Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu hafta çıktığı Afrika gezisine katılan bir arkadaşım anlattı: Türkiye ve Sudan Cumhurbaşkanları beraberce bir açılış yaptıkları sırada orada bulunan halktan bir genç, Tayyip Erdoğan önünden geçerken “Fahreddiiiiin!” diye haykırmış ve Abu Dabili bir terbiyesizin sarfettiği sözlerin neticesinde de olsa Paşa’nın şöhreti uzun yıllar sonra Afrika’nın göbeğine kadar gitmiş ve vaziyet orada bulunan herkesi şaşırtmıştı.

        Fahreddin Paşa, maiyeti ile beraber Hazreti Muhammed’in kabrinden çıkarken.

        ARŞİVDEKİ DİĞER BELGELER

        Bugün bu sayfada, Fahreddin Paşa’nın bir mektubunu yayınlıyorum: Büyük zaferin ardından Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı ve şimdi Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde bulunan mektubunu...

        Fahreddin Paşa, mektubu yazdığı sırada çok uzaklarda, Kâbil Sefiri, yani Ankara’nın “mümessili” olarak Afganistan’dadır; 30 Ağustos’ta yaşanan zaferin haberini oldukça geç öğrenmiş ve öğrenmesinden hemen sonra da Mustafa Kemal Paşa’ya hissiyatını ifade eden bir tebrik mektubu yazmıştır.

        Fahreddin Paşa (sağda) ile Afganistan Kralı Amanullah Han’ın bayraklara bürünerek çektirdikleri fotoğraf.

        Medine Müdafii’nin Türkiye’den ayrılması sırasında da bazı anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Fahreddin Paşa büyük zafer öncesinde Yenigün Gazetesi’nde savaş hakkında birkaç makale yayınlamış, bazı konularda hatâ yapıldığını yazmış ve yazdıkları başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Ankara’yı hiddetlendirmiştir.

        Bu makalelerle ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde burada yer vermediğim bazı yazışmalar vardır ve özellikle Mustafa Kemal Paşa’nın Fahreddin Paşa’nın iddialarına hayli sinirlendiği görülmektedir...

        Fahreddin Paşa’nın Afganistan’a gitmek üzere yola çıktığı sırada

        veda maksadı ile Ankara’ya, Meclis’e çektiği telgraf.

        ‘OSMANCIĞI KURTARDINIZ!’

        Fahreddin Paşa, Afganistan’a işte böyle bir kırgınlık havası içerisinde gitmiş, Mustafa Kemal Paşa’ya 21 Ekim’de gönderdiği tebrik mektubunu da bu hislerle yazmıştır ve üslûbunda tahminlerinin yanlış çıkmasının verdiği bir üzüntü hâkim gibidir.

        Aşağıda, Medine Müdafii Fahreddin Paşa’nın Kâbil Büyükelçisi olduğu sırada büyük zaferin ardından, 21 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı ve bugün Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde 01016945-78 numarada muhafaza edilen mektubunun tam metni yeralıyor ve Paşa’nın Yenigün Gazetesi’ne yazdığı makaleleri hakkında devletin üst düzeyinin yazışmaları da söylediğim gibi aynı arşivde bulunuyor.

        Fahreddin Paşa’nın Mustafa Kemal’e mektubu.

        İşte, Fahreddin Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği mektubunun tam metni:

        “Pek muhterem paşa hazretleri,

        Yalnız vatan-ı mübareki ve âtî-i millîmizi (millî geleceğimizi) değil, onlarla beraber âlem-i İslâm’ın da ümid ve istikbalini kurtaran muzafferiyet-i uzmânızı (büyük zaferinizi) ellerinizi ve gözlerinizi öperek kutlularım.

        Güzel İzmir’imizi kurtardınız, Osmancığın mukaddes harîmini temizlediniz, Türk izzet-i nefsine vurulmak istenen yüzkarasını Akdeniz’le pakladınız!

        Hiçbir tâbirin edâ edemeyeceği kadar büyük olan zaferinizle Cenâb-ı Hakk’ı kulluğumuzdan razı ve Cenâb-ı Mustafa’nın rûhunu hoşnut kıldınız!

        Hepimize kan kusturan mütarekenin o firavun devrini, himemât-ı celîlenizle (kıymetli himmetlerinizle) bugün bir ruya gibi hatırlıyoruz. O elîm kâbusu, elhak, Hazret-i Yusuf’tan daha muvaffakiyetle tebsîr (izah) eylediniz! Azîz olunuz!

        Hilâlin husûfetini (ay tutulmasını) rasad edenler, şimdi göz kamaştıran bir tulûa (güneşin doğuşuna) şahid oluyorlar. Bir milletin ve bir ümmetin şükran ve mahmideti (övmesi) ile yüzyüze bulunduğunuz şu sırada size hodgâmâne (bencilce) kendimden bahsedeceğim için beni bağışlayınız!

        Paşa hazretleri, benim kocamış ömrümü tazelediniz! Sağ olunuz!

        Hayatımda hiçbir zaman kendimi bu kadar bahtiyar hissetmemişimdir ve etmeyeceğimdir.

        Kalbim, saadetin bu derecesine tahammül edemeyecek kadar nâçizdir.

        İlk beşâret haberi (müjde) geldiği zaman yüreğimin nasıl çarptığını ve altın ordunuza iltihak etmek (katılmak) ister gibi göğsümü nasıl zorladığını Allah bilir.

        Paşa hazretleri, size yalnız şükran ve imtinanlarımı (iyilikleri anlatmayı) değil, müsaadenizle biraz da hicranlarımı söylemek isterim: Bahtiyar ketibeniz (birlikleriniz) arasında küçük bir hizmet rolü, bir saka neferliği olsun ifa edemeyeceğime pek müteessirim. Ben de herkes gibi siyaseten bir sulh yapılacağını, taarruz için henüz vakit ve saat gelmediğini zannediyordum. Bunun içindir ki kırkından, hattâ ellisinden sonra saz çaldım siyasî vazife aldım.

        Paşa hazretleri. Böyle olacağını bilse idim veya biraz hissetse idim, herhalde yanınızdan bu kadar uzaklaşmazdım. Bu gaflet, benim için telâfisi gayrı kabil bir ziyâ (kayıp) ve mahrumiyet oldu. Yüreğimden günlerce kanlar boşandı. Yaralılarınız arasında beni de bir ağır mecruh (yaralı) olarak sayabilirsiniz!

        Maamafih bu kadar uzaktan bile askerliğinizin ayak sesini alıyor ve altın ordunuza mensubiyetle iftihar ediyorum. Onun eski formasını üzerimde şahane bir hil’at (kaftan) gibi taşıyorum.

        Minnet ve mahmidetlerimizin yetişemeyeceği kadar yüce himmet ve mazhariyetlerinizden dolayı mübarek ellerinizi ve gözlerinizi öperek sizi tekrar tekrar tebrik ve tebcîl eylerim.

        Filvaki, tehniyelerim (tebriklerim) gecikmiş olabilir. Fakat ne beis var. Biz daha bayramın içindeyiz ve bu ıyd-i ekber (büyük bayram) öteki bayramlar gibi fâni ve kısa ömürlü değildir. Bizden sonra daha pek çok nesiller onun şeker ve şerbetini ter ü taze bulacaklardır Paşa hazretleri. 21 Teşrinevvel 338 (21 Ekim 1922).

        Hürmetkârınız

        Kâbil Sefiri

        Fahreddin”

        Fahreddin Paşa, son senelerinde.

        Diğer Yazılar