Kendi silâhımızı kendimiz yapmadan büyük devlet olamayız!
AFRİN’de haklı ve hakkımız olarak başlattığımız operasyonun ardından, dünyanın dört bir tarafından muhalif sesler yükseldi. Almanya’nın meşhur Der Spiegel Dergisi, Alman Hükümeti’nin operasyondan kaygı duyduğunu, Türkiye’ye askerî ekipman gönderilmeyeceğini ve Leopard tanklarının modernizasyonu projesinin de dondurulduğunu iddia etti.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu derginin iddiasını gerçi yalanladı, meselenin tanklarla ilgili bir komisyonun toplantısının ertelenmesi olduğunu söyledi ama benzer iddiaların hakikat olması, yani dışarıdan gelen askerî yardımların bir anda kesilmesi misâli sıkıntılar daha önce de sık sık başımıza geldi.
Son 30-35 senenin gazete kolleksiyonlarını tarayacak olursanız, başta Amerika olmak üzere bize silâh satan yahut askerî yardım gönderen memleketlerin sık sık “Aldığınız silâhları şu, şu, şu maksatlarla kullanamazsınız’” gibisinden şartları öne sürdüklerini, işlerine gelmeyen herhangi bir operasyona giriştiğimiz anda da silâh satışını ve devam eden sevkıyatı ânında durdurduklarını görürsünüz.
YARIŞMANIN TEMEL ŞARTI
Çok önemli bir hususu, seneler boyunca her nedense hep gözardı ettik: Kendi silâhımızı kendimiz imal etmediğimiz takdirde gerçek bir “büyük devlet” olamayacağımızı ve güç sıralamasında onlarla aynı kulvarda yeralamayacağımızı...
Ama bu gözardının birkaç istisnası var: Meselâ, Atatürk döneminde on bir sene boyunca İçişleri Bakanlığı yapmış olan Şükrü Kaya, Ege’de günün birinde aleyhimizde birşeyler yaşanabileceği endişesi ile Adalar konusunda ciddî bir çalışma başlatıp çıkarma gemileri inşasına girişmişti fakat bu faaliyeti 1938 sonunda görevden ayrılması ile son bulmuştu.
Şükrü Kaya’nın Ege üzerindeki çalışmaları konusunda bugüne kadar tam bir araştırma yapılmamıştır!
Başka örnekler de mevcut: Nuri Paşa’nın, yani Nuri Killigil’in İstanbul’da kurduğu mühimmat ve silâh fabrikasının 2 Mart 1949’da hâlâ anlaşılamayan bir sebeple havaya uçmasının ardından yeni tesisler kurmadık, Vecihi Hürkuş’un yerli uçak projesini de devam ettiremedik...
Kıbrıs Rumları’nın 1960’larda Yunanistan’ın sağladığı destekle Türk toplumuna karşı giriştiği eza ve cefa karşısında elimiz-kolumuz bağlı şekilde oturmamızın, Amerikan Başkanı Johnson’un 1964 Haziran’ında zamanın başbakanı İsmet Paşa’ya gönderdiği ağır ifadelerle ve hattâ tehditlerle dolu meşhur mektubunu da sükûtla karşılamaya mecbur kalmamızın sebebini rahmetli Süleyman Demirel’den birkaç defa dinlemiştim: Anlatmaya “Ne yapabilirdik? O senelerde tek bir çıkarma gemimiz bile yoktu” diye başlardı ve bu gerekçenin ardından başka bir söz de zaten gereksizdi.
VEGETİUS VE ABDÜLHAK MOLLA
1970’lerden aslında elli sene önce yapmamız gereken işlere, meselâ çıkarma filosu kurma faaliyetine Amerika’nın verdiği bu dersten sonra girişmiştik ve 1974’teki harekâtın başarılı olmasında 1960’lardan itibaren imal ettiğimiz çıkarma gemilerinin rolü büyük olmuştu.
Silâh konusunda yabancılara bağlı kalma zincirini dışarıdan ve maalesef bir kısmı da içeriden gelen bazı engellemelere rağmen son senelerde artık kırmaya başladık. İHA’larımızı, piyade tüfeklerimizi ve diğer bazı savaş araçlarımızı şimdi kendimiz yapıyoruz, imalâtta kullanılan yabancı menşeli aksamın yerini de zamanla yine tamamen yerli üretim alacak ve modeller gittikçe gelişecek...
Dördüncü asrın sonlarında yaşamış olan Romalı yazar Publius Flavius Vegetius Renatus’un “De re militari”, yani “Askerî Meseleler Hakkında” isimli eserinde “Si vis pacem, para bellum” diye bir ifade geçer.
Vegetius’un sözünü 19. asırda yaşamış olan doktor, şair ve devlet adamı Abdülhak Molla “Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz ü felâh: / Hazır ol cenge ister isen sulh ü salâh” mısraı hâline getirmiştir ve “Bütün devletlerin kurtuluşu ve selâmeti şu sözdedir: Barış ve rahat istersen, savaşa hazır ol” demektir.
Devlet ile beraber sanayicilerimizin de silâh işine girmelerinde aslında geç bile kaldık ama yakın bir zamanda iştiraklerinin sağlanacağı artık belli oluyor...
Bir devletin kendi silâhını kendisinin yapmasının şart olduğunu söylemek ne güç merakıdır, ne yayılmacılık hevesidir, ne de birilerinin hemen mâlûm şekilde yaftalayacağı şekilde faşizmdir; sadece vârolma şartı olan çok büyük bir ihtiyaçtır.