Cumhurbaşkanlığı Arşivi ve haset
ARŞİVLERİMİZİN önemini, dünyanın önde gelen birkaç evrak hazinesinden biri olduklarını ve bazı sıkıntılara rağmen mükemmel denebilecek şekilde çalıştıklarını daha önce defalarca yazdım.
Bu mevzudaki önemli bir gelişmeden, doksan küsur senedir kapalı tutulan bir başka evrak hazinesinin, yani Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nin de araştırmacıların hizmetine açıldığından pek haberdar değilizdir...
Arşivin başında bulunan Muhammed Safi yıllardır bir türlü bitirilemeyen tasnifi 2015’in sonunda tamamladı ve arşiv Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın talimatı, Genel Sekreter Fahri Kasırga’nın da emri ile 2016 Ocak’ında istifadeye açıldı.
Şimdi, hiç istemediğim halde, mecbur bırakıldığım için, bu arşiv ile ilgili bir başka konuya temas edeceğim:
Aylardan buyana Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nden istifade ediyorum, kopyelerini aldığım belgelerden bazılarını yazılarımda ve kitaplarımda kullanıyorum; geçen pazar günü de İtalyan ressam Fausto Zonaro’nun Atatürk’e yazdığı bir mektubu yayınladım.
Vay, sen misin arşivden belge alıp kullanan! Hemen o gün araştırma, arşiv ve ilim tarihinde emsâli görülmemiş bir saldırıya maruz kaldım; Osmanlı Arşivleri’nin bir görevlisi ile mütekaid bir arşivci ve bunların birkaç şakşakçısı, sosyal medyada aleyhimde verip veriştirmeye başladılar.
‘NEZAKET’ DİYE BİR KAVRAM
Yaptıkları şu: Benim “maden” bulduğumu, madenin Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nin müdürü ve eski arkadaşları Muhammed Safi olduğunu söylemek, Safi’yi “yalakalıkla” ve “onurlu durmamakla” suçlamak; bana Ankara’dan “belge yağdığını”, hattâ bir zamanlar Topkapı Sarayı Arşivi’nden de belge aldığımı ve akış kesildiği için “bombalamaya başladığımı” iddia etmek.
Şimdi, hesap vermek için değil, ses getirecek yayın yapma hevesine kapılıp da beceremeyince etrafa çamur sıçratmaya başlayan ve seksen küsur senedir âtıl duran Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nin son vaziyetinden haberleri bile olmayan bu “hasud” güruha, bazı niyetlerinin ne mânâya geldiğini idrak etmeleri için bir-iki söz edeceğim...
Hem prensiplerim, hem de böylelerinin mevcudiyetini bildiğimden dolayı şimdiye kadar hiçbir arşivden eş-dost vasıtası ile tek bir belge istemedim ve almadım; herşeyi usulüne uygun, yasal şekilde yaptım! Merak edenler ellerinin altındaki arşiv kayıtlarına bakar ve hayâ duyguları kalmış ise utanırlar!
Kaldı ki, artık araştırmaya açık olan Cumhurbaşkanlığı arşivinden istifade için internetteki formu doldurup belge talebinde bulunmak kâfidir. Hasudlardan birinin “İstanbul’da olsa hemen müracaat edeceğim ama Ankara’ya gidemiyorum” diye yakınması şayet cehalet değil ise, kasıtlı bir yalandır! Resmî şekilde aldığım belgeleri her yayınlayışımda Muhammed Safi’ye teşekkür etmem ise, bu zevâtın fersah fersah uzak oldukları bir hareket tarzıdır; ismine “nezaket” derler!
BU İŞ, SUÇA TEŞEBBÜSTÜR!
Topkapı Sarayı Arşivi’ni kullandığım iddiasına gelince...
Saray Arşivi’ne hayatımda bir defa olsun gitmedim, şimdiye kadar tek bir belge almadım ve saray evrakı çalışma alanıma girmediği için o arşivin yerini bile bilmem! Ama hem gitmediğim bu arşive, hem de askerî arşive kullanmayacağım binlerce orijinal ve “önemli” evrakı hediye etmiş olduğum da kayıtlardadır.
Bana ve Muhammed Safi’ye atılan çirkefçe iftiraları sıradan birileri yapmış olsa “Hasetlerinden çatlıyorlar” deyip geçerdim fakat vahim bir vaziyet sözkonusu: Maaşını hepimizin vergilerinden alan ve aslî görevi “araştırmacılık” değil, “araştırmacının ihtiyaç duyduğu belgeleri temin etmek” olan arşivcinin biri sosyal medyanın gemi azıya alması ve etrafındakilerin de “Aman hocam, keramet buyurdunuz üstadım!” gibisinden pohpohlamaları ile arslan kesilip önce meslekdaşına iftiralar yağdırıyor, derken benim hakkımda “Ona neden belge veriyorlar ki? Madem ki araştırmacı gazeteci, araştırsın dursun” demeye cür’et ediyor ve yayın yapmamı “sıkıntılı bir durum” olarak görüyor!
Dolayısı ile ortada araştırma, eğitim ve öğretim hakkını “taammüden engelleme” teşebbüsü mevcuttur ve Türkiye bu dertten çok çekmiştir. Ermeni meselesi ve Dersim hadiseleri gibi hâlâ devam eden dertlere sebep olan sıkıntıların başında arşivlerdeki böyle keyfî engellemeler gelir, üstelik bu iş, apaçık suçtur!
Bu güruha lâyık gereken cevabı Muhammed Safi de tenezzül ettiği takdirde mükemmelen verebilir ama ortada artık tehlikeli bir engelleme teşebbüsü olduğu için şimdilik Devlet Arşivleri’nin başındakilerin dikkatlerini çekmekle yetiniyorum...
Yapılan her işi karalama hevesini sosyal medyada tatmine çalışan lâklâkçı zevâtın seviyesine inen üniversite hocalarına da hatırlatayım: Hasudların sayıklamalarına itibar etmeyin, ortaya birşeyler koymaya niyetli iseniz zahmet buyurup kımıldayın ve çalışın!
Safi ile ekibinin ilim dünyasına kazandırdıkları arşiv işte orada ve sizlere bile açık!