Lozan'ı değil de Montrö'yü tartışmış olsaydık güzelim yalı şimdi sapasağlamdı!
MALTA bandıralı upuzun bir yük gemisi, önceki gün Boğaziçi’nin en eski ve en güzel yalılarından birine girdi ve güzelim binayı harabeye çevirdi.
Basınımızda olayların iyice araştırılmadan ve çalakalem yazılmasının artık âdet hâline geldiğine ve bu âdetin böylesine önemli bir hadisede bile bozulmadığına maalesef bu kaza vasıtasıyla bir daha şahit olduk: Yalıyı hâk ile yeksan eden gemiden bir yerde “tanker”, bir başka yerde “yük gemisi”, bir diğerinde “arpa yüklü gemi” ve hattâ her ne demekse “yük tankeri” diye bahsediliyordu.
Uzun seneler sonra bu kazayı araştırmak isteyenlerin “Yahu, yalıya giren gemi tanker mi idi, yük mü taşıyordu, yoksa bir hayalden mi ibaretti?” diye düşecekleri şaşkınlığı şimdiden görür gibiyim...
Ama olan oldu ve Boğaziçi’nin geçmişten kalabilmiş en zarif yalılarından biri enkaza döndü.
‘İKİNCİ MADDE’ DERDİ
Kaza “Vitaspirit” isimli geminin dümeninin kilitlenmesi veya motorunun arıza yapması yüzünden meydana gelmiş olabilir fakat asıl derdin yenilenmesi ve elden geçirilmesi için ciddî çaba göstermediğimiz, tartışmadığımız, üzerinde de pek durmadığımız şimdi 82 yaşında olan Montrö Sözleşmesi’nden geldiği apaçık bellidir!
Bilmeyenler için, bahsettiğim sözleşmenin ne olduğunu kısaca söyleyeyim: Montrö Sözleşmesi, Lozan görüşmelerinde halledilemeyen Boğazlar meselesini çözebilmek maksadıyla 1936’da İsviçre’nin Montreux komününde Bulgar, Fransız, İngiliz, Avustralyalı, Yunan, Japon, Romen, Sovyet, Yugoslav ve Türk delegelerinin katıldığı konferansta anlaşmaya varılması üzerine o senenin 20 Temmuz’unda imzalanmış 29 asıl, dört ek madde ve bir de protokolden ibaret bir metindir. Dünyanın bir kan ve ateş deryasına dönmek üzere olduğu, yani İkinci Savaşı’nın hemen öncesindeki günlerde imzalanması zamanın şartları bakımından ve bizim açımızdan ciddî bir başarıdır ama açık söylemek gerekirse, Türkiye, Montrö’ye göre Boğazlar’a tamamen hâkim değildir!
Sözleşmenin ikinci maddesine göre ticaret gemileri barış zamanlarında Boğazlar’dan yükleri ne olursa olsun gece veya gündüz serbestçe geçebilirler ve Türkiye bu gemileri kılavuz kaptan yahut çekici almaya zorlayamaz! Gemiler kısa bir beyanda bulunduktan sonra İstanbul ve Çanakkale Boğazları’na girebilir, yalıları yerle bir edebilir, hattâ 1978’de yaşanan Independenta hadisesinde olduğu gibi büyük facialar bile yaratabilirler ama Türkiye “Benim koyacağım kurallara uymadan, kılavuz almadan ve geminin idaresini kılavuz kaptana tamamen devretmeden Boğazlar’dan geçemezsiniz” diyemez! Yabancı savaş gemilerine sadece savaş zamanlarında bazı kısıtlamalar getirme hakkımız vardır, o kadar!
HERİF SANKİ YEMİN ETMİŞ!
Hekimbaşı Yalısı’na giren gemideki kılavuz ile Gemi Trafik Hizmetleri Merkezi arasında kazadan hemen önce yapılan telsiz konuşmalarında kılavuz kaptan önce “Sancak demiri funda edeceğim, kaptan etmiyor, kaptan ‘Bütün sorumluluk bende’ diyor” diye konuşuyor, sonra “Kaptana iki kere söyledim atmadı. Şimdi sancak demiri atıyoruz” anonsunu yapıyor.
Boğaz’da yaşamış, hattâ oranın yerlisi olmasa bile sandalla dolaşmış yahut az biraz kürek çekmiş olanların hemen anlayacakları bu ifadeleri basit şekilde anlatayım: Kılavuz kaptan yalıya çarpmamak maksadıyla geminin kıçını çevirmek için asıl kaptana tam iki defa sağ ön taraftaki demiri denize bırakmayı teklif etmiş ama herif yalıya girmeye sanki azimli ve yeminli imişcesine ısrarla “Hayır” demiş ve demirin atılmasına son anda izin vermiş fakat ne çare?
Montrö’nün Boğazlar üzerindeki hâkimiyetimize birçok bakımdan nasıl engel olduğunu bu telsiz konuşmaları mükemmel şekilde aksettirmektedir: Malta bandıralı geminin kaptanı lûtfedip kılavuz kaptan alıyor ama geminin idaresini kılavuza vermiyor, iş işten geçene kadar “dediğim dedik” tavrını değiştirmiyor, zira Montrö Sözleşmesi’ne göre, Türkiye’nin Boğazlar’a giren gemiler üzerinde bir yaptırım yetkisi yok!
“Üstad” görünme meraklıları ile para ve şöhret düşkünleri senelerden buyana Lozan’ı, anlaşmanın sadece kendi hayallerinde vârolan gizli maddelerini ve 2023’te sona ereceği palavralarını sermaye edinecekleri yerde hayırlı bir iş yapıp gündeme Montrö’yü getirmiş olsa idiler şimdi hem o güzelim Hekimbaşı Yalısı ayakta kalmış, hem de Boğaz’dan vızır vızır geçen devâsâ tankerler yüzünden İstanbul bir barut fıçısının üzerinde oturmaktan kurtulmuş olurdu!