Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRK Müziği’nin son ciddî ve önemli icracılarından Tülûn Korman’ı önceki gün toprağa verdik. Gerçek musikinin başı sağolsun!

        Eski musikimizin sözünü ettiğim “hakikisini” bilenler “Tülûn Korman” ismine yakından âşinadırlar; eski senelerde radyolardan sık sık yükselen berrak sesi hâlâ hatırlardadır, yaşları o yılların musikisini radyolardan dinlemeye müsait olmayan nisbeten genç meraklıların arşivlerinde de Tülûn Hanım’ın kayıtları mutlaka mevcuttur.

        Bir sanatçının sanatında muvaffak olmasının sırrı, sahip olduğu yetenek ile hiç durmadan çalışıp kendisini geliştirmesidir ama başarısında hocalarının yanısıra ait olduğu ve yetiştiği çevrenin de büyük etkisi vardır.

        Bizde klâsik edebiyat, klâsik musiki ve diğer klâsik sanatlar, açık söylemem gerekirse imparatorluk sanatlarıdır, dolayısı ile de İstanbul’a aittir! Meselâ “Türk Musikisi” dediğimiz müzik, yani klasik müziğimiz, o alanın eski büyük üstadlarından Mesud Cemil’in de söylediği gibi öyle “Türk Musikisi” falan değil, “İstanbul Musikisi”dir ve imparatorluk döneminde İstanbul’da, o çevreden yetişenler tarafından geliştirilmiştir.

        HERKESE NASİP DEĞİLDİR!

        Tülûn Korman, Türk hattının ve klâsik dinî musikimizin son büyük isimlerinden Nuri Korman’ın, yani sanat ve musiki tarihimizdeki ismi ile “Beşiktaşlı Nuri Efendi”nin kızı idi ve ailesi bakımından işte bu çevreye mensuptu...

        Çocukluğunu hattatlar, musikişinaslar, edebiyatçılar ve imparatorluk devrinin 1930’larda hayatta bulunan son zarif ve münevver neslinin arasında yaşamak, babasının dostu olan Münir Nureddin gibi büyük bir üstaddan meşketmek ve diğer üstadlardan her zaman alâka görmek herkese nasip olacak bir kısmet değildir. Ve bütün bunların üzerine devamlı bir çalışma, en iyi olanı yapmayı isteyip sanatta tavize karşı kapıları her zaman sımsıkı kapalı tutma azmini de ilâve ettiğiniz takdirde, Tülûn Korman gibi sanatçıların artık niçin yetişmediklerinin sebebini rahatça farkedebilirsiniz...

        Türk Müziği bugün maalesef içler acısı vaziyettedir, hattâ daha açık şekilde ifade edeyim, yerlerde sürünmekten de beter haldedir ve böyle olmasının sebeplerinin başında mensuplarının çoğunun “Musikide oldum demek öldüm demektir” sözünü doğrularcasına “Artık oldu, tamam!” düşüncesi ile “Küçük dağları ben yarattım” havasına bürünmelerinin yanısıra o musikinin ait olduğu kültürün artık nihayete ermesi, yani gereken çevrenin de mevcut bulunmamasıdır.

        Tülûn Korman’ın vefatı münasebeti ile bir tesadüf eseri olan ama gayet hoş neticelenen bir hadiseden de bahsedeyim...

        ‘ALLAH’TAN BAŞKA GALİP YOKTUR’

        Kültür ve sanat bahislerine bir hayli düşkün olan, hep okuyan ve eski kültürün mekânlarını sık sık dolaşıp birşeyler bulan bir dostum var: Bundan 30 küsur sene önce Kahire’deki talebelik günlerinden tanıdığım ve şimdi Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olan Sefer Turan...

        Bir-iki ay önce Karaköy taraflarındaki bir mescide gitmiş, mekânı gezerken gözü duvarda kararıp harap olmaya yüz tutmuş bir levhaya takılmış, “Lâ Galibe İllâllah” yani “Allah’tan başka galip yoktur” yazan levhanın altındaki imzaya bakınca “Nuri” ismini görmüş. Yani 1868 ile 1951 arasında yaşayan, hattatlığının yanısıra uzun seneler Beşiktaş’taki Yahya Efendi Dergâhı’nın zâkirbaşılığını yapan, bu dergâha defnedilen ve Tülûn Hanım’ın da babası olan Nuri Korman’ın...

        Sefer Turan hemen camilerdeki ve mescidlerdeki objeleri mülkiyetinde bulunduran Vakıflar Genel Müdürlüğü ile temas etti, kararmaya başlamış olan levhayı mescidden aldırıp iyi bir restorasyondan geçirilmesini sağladı, bir başka hattat tarafından yazıldığını görmediğimiz bu sözün bulunduğu levha mükemmel şekilde muhafaza edilebileceği bir yere, Ankara’ya, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne nakledildi ve makam odasında bulunan, Türk Hat Sanatı’nın çok önemli üstadlarına ait yazıların arasına kondu.

        ENDÜLÜS’E AİT BİR SÖZ

        Nuri Bey’in yazdığı ibârenin hoş bir hikâyesi vardır: Endülüs halifelerinden biri Hristiyanlar’a karşı girdiği savaştan muzaffer olarak Kurtuba’daki sarayına dönerken tezahürat yapan halktan gelen “El Galib!”, yani “Muzaffer!” nidâlarına “Allah’tan başka galip yoktur!” mânâsına gelen “Lâ Galibe İllâllah” cevabını verir ve bu sözü sonra Kurtuba Sarayı’nın girişindeki mermere hakkettirir.

        Yani, bizdeki “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var” sözü gibidir...

        İbâre şimdi müze olan Kurtuba Sarayı’nın duvarında hâlâ durmaktadır ama Endülüs Medeniyeti’ne ait bir kavram olduğu ve hadise bizim bu taraflarda az bilindiği için hattatlarımız tarafından pek yazılmamıştır.

        Beşiktaşlı Hacı Nuri Efendi’nin harikulâde bir istifle yazdığı “Lâ Galibe İllâllah”ı, şimdi Yesarîzade Mıustafa İzzet’in “Bârekallahu Teâlâ”sı ile Mahmud Celâleddin’in nefis “Aleyke Avnullah”ının arasında, Cumhurbaşkanlığı makamında bulunuyor!

        Ailelerimiz arasında bir asırdan fazla dostluk bulunan rahmetli Tülûn Korman’ın vefatından önce benden aldığı son güzel haber de zannedersem bu olmuştu...

        Diğer Yazılar