Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’un yedi camiyi kapatıp imamlarını da sınırdışı edeceklerini açıklaması üzerine şaşırıp hiddetlendik ama Avusturya’nın bize karşı geçmişte de böyle birdenbire düşmanca işler yapmış olduğunu ve bütün bu kararların arkasında “Türkler’i Avrupa’dan çıkartma” arzusunun yattığını unuttuk. İşte, Viyana’nın yaptıklarından biri: 1908’de kâğıt üzerinde de olsa bize ait görünen Bosna-Hersek’i birdenbire işgali ve işgal karşısında başlattığımız ama sonuçsuz kalan “fes boykotu”nun hazin öyküsü...

        AVUSTURYA yedi camiyi kapatıp çok sayıda imamı da sınırdışı etme kararı aldı. Kararın aleyhinde şimdi ardarda demeçler veriyoruz, açıklamalar yapıyoruz ama Avusturya’nın geçmişte de aleyhimize dünya kadar işler yapmış, hattâ apansız topraklarımızı bile işgal etmiş olduğu artık hatırlanmıyor.

        Böyle hadiselerden birini 1908’de yaşamıştık. Avusturya o senenin 5 Ekim’inde kâğıt üzerinde de olsa Osmanlı toprağı görünen Bosna-Hersek’i birdenbire işgal edivermiş, o günlerde hayli güçsüz olan Türkiye bu işgale askerî karşılık yerine çok daha hafif bir tepki ile, Avusturya’dan ithal edilen fesleri boykot ederek karşılık vermeye çalışmış ama boykot tarihe geçmekten başka işe yaramamış ve maalesef Avusturya’nın istediği olmuş, yani Bosna-Hersek elimizden çıkmıştı!

        İşte, Avusturya’ya karşı giriştiğimiz bu boykotun hazin öyküsü...

        Fes boykotu sırasında yayınlanan bu karikatürde, halkın Avusturya’dan ithal edilen fesleri çiğnemesi ve fes kullanmakta ısrar edenleri kalpak giymeye zorlaması gösteriliyor. Bayraklarla süslenmiş olan dükkânın tabelâsında “Kalpak Mağazası” yazıyor

        ÖZGÜRLÜK ANARŞİYE DÖNDÜ

        Tahtta Sultan Abdülhamid vardı, iktidarının otuz ikinci yılıydı ve memleket karmakarışık, herşey birbirine girmiş haldeydi.

        Hükümdar Jöntürkler’den, Rumeli’deki askerlerden, içeriden ve dışarıdan gelen özgürlük baskılarına nihayet boyun eğmek zorunda kaldı ve 1908’in 23 Temmuz’unda seneler önce kapattığı Meclis’in yeniden açılmasına izin verdi. Bu hadise, tarihlere “İkinci Meşrutiyet” olarak geçti.

        Abdülhamid’in 32 sene boyunca devam etmiş olan mutlak idaresi birkaç gün içinde yerini aşırı bir serbestliğe bıraktı. Meşrutiyet’in yeniden ilânını sağlayan İttihad ve Terakki’den artık “Mukaddes Cemiyet”, İttihadçıların merkezi Selanik’ten “hürriyetin beşiği”, Abdülhamid’in iktidar senelerinden ise “devr-i sâbık” diye bahsedilmedeydi. O zamana kadar söylenmesi yahut yapılması yasak olan ne varsa yazılıp konuşulur oldu, vakti zamanında sürgüne yollanan muhalifler peşpeşe İstanbul’a döndüler, sansür kalktı, memlekette hürriyet rüzgârları esmeye başladı ama bu rüzgârlar zamanla fikir anarşisi ve karşılıklı ağır hakaretler hâlini aldı.

        Türk karikatürünün önemli isimlerinden Cem’in bir çizimi: Altta, “Avusturya İmparatoru fes fabrikalarını korumak maksadıyla kendisi ve ordusu için fesi resmî başlık olarak kabul etmiştir” yazmışlardı

        KOMŞULARIMIZA YARADI

        Hürriyet rüzgârları, birkaç hafta sonra daha da şiddetli bir fırtınaya döndü. Jöntürkler ve İttihadçılar duruma hâkim gibi görünüyorlardı ama memlekette kimin sözünün geçtiği artık pek belli değildi ve karmaşa başkalarına yaradı: Türkiye ile araları o zamanlarda da iyi olmayan ve Bâbıâli ile devamlı didişen komşularımıza...

        ARDARDA TOPRAK KAYBI

        İlk atağı Avusturya yaptı ve İmparator François-Joseph, 1908’in 5 Ekim’inde yayınladığı bir kararnameyle o zamana kadar kâğıt üzerinde de olsa Türk toprağı sayılan Bosna-Hersek’i ilhak ettiklerini açıkladı! Bâbıâli, Viyana’nın sebep olduğu bu şaşkınlığın içerisinde iken, aynı gün bu defa Sofya’dan bir başka haber geldi: O zamana kadar yine kâğıt üzerinde Osmanlı toprağı sayılan ama yarı bağımsız prenslik olan Bulgaristan artık “bağımsız bir krallık” olduğunu ilân etti. Bütün bunların üstüne, Yunanistan da hemen ertesi günü Girit’i topraklarına kattığını duyuruverdi!

        Bâbıâli’nin, bütün bu oldu-bittilere protesto dışında bir karşılık vermeye ne gücü, ne de hâli vardı. Viyana’ya, Sofya’ya ve Atina’ya gönderilen telgraflarla Osmanlı topraklarına yapılan bu tecavüzler kınandı ama bu arada herkesi şaşırtan bir de karar alındı: Avusturya’yla yapılan her türlü ticaret boykot edildi ve ithalât durduruldu.

        Fes boykotu sırasında, Bâbıâlî’de boykot ile ilgili olarak 24 Kasım 1909 tarihli bir yazışma (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, TFR.İ.A., 39/3877)

        Türkiye’nin Avusturya’dan yaptığı ithalâtın büyük kısmını o zamanki giyimimizin ayrılmaz parçası olan “fes” teşkil ediyordu. İstanbul’da gerçi faaliyette bulunan bir “Feshane” vardı, fes üretimine özel sektör de girmişti ama yerli üretim ihtiyaç miktarının çok altındaydı, kullanılan feslerin yüzde yetmişe yakını Avusturya malıydı. İttihadçılar da boykotu var güçleriyle desteklediler. Partili konuşmacılar İstanbul’un hemen her meydanında nutuklar çekmede, halkı Avusturya malı fesleri kullanmamaya ve daha önceden satın aldıklarını da parçalayıp atmaya çağırmadaydılar. Gazeteler boykotu destekliyor, Avusturya malı satan dükkânların önünde gösteriler yapılıyordu. O senenin Ekim’i ile Aralık’ı arasında İstanbul limanına gelen Avusturya malları ile dolu 26 gemi yüklerini boşaltamadı, Avusturya şirketleri büyük zararlara uğradılar ama Viyana işgal kararından geri adım atmadı!

        Boykota katılanların sayısı da gün geçtikçe arttı, Avusturya’dan gelen fesler satılmaz oldu, fesin yerini kalpağı andıran serpuşlar aldı ama millî galeyan sadece dört ay devam edebildi: Viyana ile masaya oturan Bâbıâli 1909’un 26 Şubat’ında imzaladığı anlaşmayla Bosna-Hersek’in Avusturya’ya ait olduğunu kabul edip bu topraklar üzerindeki haklarından feragat etti. Koskoca Bosna Hersek’e mukabil yüzde 11 olan gümrükoranlarının yüzde 15’e çıkarılmasına ve bazı maddeler üzerinde tekel kurulmasına karar verildi, Avusturya anlaşmanın imzalanmasından sonra Yenipazar’ı bize iade etti ve Bosna-Hersek’teki devlet arazilerine karşılık da iki buçuk milyon Osmanlı altını ödedi, o kadar...

        Boykot günlerinde “Kalem” dergisinde yayınlanmış bir karikatür: Osmanlı topraklarına kabul edilmeyen Avusturya malları ülkesinin gümrük kapısına dönmüş, nöbetçi “Kimdir o?” diye soruyor, eşyalar “Biz geldik” diye cevap veriyorlar

        PARANIN ÜSTÜNE OTURDULAR

        Birkaç hafta sonra da Sofya ile anlaşma imzaladık ama ne anlaşma! Bu defa beş milyon İngiliz altını karşılığında Bulgaristan’ın bağımsızlığını kabul ettik fakat kuruş alamadık. Bulgaristan tazminatı ödeyecek tâkati olmadığını söyleyerek Rusya’yı devreye soktu, Ruslar beş milyon altını garanti ettiklerini açıkladılar ama Türkiye’den kalma savaş tazminatı alacakları bulunduğunu iddia ederek beş milyonun üzerine oturdular!

        Birinci Dünya Savaşı’na müttefik olarak katıldığımız Avusturya ile 9 Şubat 1917’de imzaladığımız bir anlaşma (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, MHD., 438/9).

        HEP AYNI ZİHNİYET...

        Bosna-Hersek’in işgali, asırlar boyu savaştığımız Avusturya’nın bize karşı güttüğü düşmanca politikaların 20. asırdaki son örneğini teşkil etti ama bütün bunları unutup Birinci Dünya Savaşı’na içerisinde Avusturya’nın da yeraldığı bloğa katılarak girdik, sonrası ise mâlûm: Savaş hem Türkiye’ye, hem de Avusturya’ya birer imparatorluğa mâloldu...

        Bundan 110 sene önce bize ait olan Bosna-Hersek’i işgal eden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile bugün camileri kapatıp imamları sınırdışı etmeye karar veren Avusturya Cumhuriyeti arasında zihniyet bakımından hiç fark yoktur!

        Diğer Yazılar