Devri sabık
TÜRKİYE’de arada bir gündeme gelen “devri sabık” diye bir kavram vardır.
İfadenin aslında “terkip i’si” ile, yani ilk kelimenin sonundaki “i” harfinin bir çizgiden sonra, “devr-i sabık” şeklinde yazılması icap eder ama senelerin getirdiği bu doğru imlâ şekli kullanılmaz olmuştur.
“Devri sabık”ın mânâsı “eski devir”dir ama siyasette genellikle “yaratmak” fiili ile beraber, yani “devri sabık yaratmak” hâlinde kullanılmıştır ve işbaşına gelen yeni idarenin yahut rejimin kendinden önce memleketi idare etmiş olanlardan hesap sorması demektir.
1908’de, İkinci Meşrutiyet’in ilânının ardından moda olan ve sık sık kullanılan bu ifade, Cumhuriyet döneminde Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950’de tekrar hatırlandı ve siyaset edebiyatımızın en bilindik sözlerinden oldu...
Bugün “devri sabık”ın 1950’de ilk defa kimin tarafından kullanıldığını merak edip küçük bir araştırma yaptığınız takdirde kitaplarda, birçok kaynakta ve özellikle de şimdilerin şipşak başvuru kaynağı hâlini almış olan internette, Demokratlar’ın işbaşına geldikleri 1950’nin 14 Mayıs’ındaki seçimlerden sonra ilk defa Celâl Bayar tarafından telâffuz edildiğini görürsünüz...
GÖZDEN KAÇAN BEYANNAME
Celâl Bayar, yazılıp söylenenlere göre güya “Devri sabık yaratmayacağız” demiştir ama heryerde yazılan bu bilgi yanlıştır! İfade, Demokrat Parti’nin seçimlerden bir hafta önce, 8 Mayıs 1950’de yayınladığı seçim beyannamesinde geçer. Beyannamenin bir yerinde “Partimizin dört buçuk yıllık faaliyeti ile bütün milletçe mâlûm olan hüviyeti, bir iktidar değişikliğinin memlekette maddî ve rûhî hiçbir sarsıntıya meydan vermeyeceği ve bilhassa bir ‘devri sabık’ yaratmak gibi meş’um temayülleri kat’î surette önleyeceği hususunda kâfi teminat teşkil eder” denmektedir.
Tek parti döneminde iktidardan illâllah demiş olan kesim, Demokratlar’dan “devri sabık yaratmaları”, yani eski idarecilerden hesap sormaları için hayli uğraştılar ama çiçeği burnundaki iktidar “şahısları hedef almayacağını” ifade etti. Meselâ, Demokrat Parti’nin güçlü isimlerinden olan Samet Ağaoğlu Meclis’te 1950’nin 2 Haziran’ında yaptığı konuşmada “Devri sabık yaratmayacağız demek, mazide işlenmiş suçları bir süngerle silip atacağız demek değidir. Bunun karşılıklı sevgiye dayanan bir sistem yaratacağız mânâsında alınması lâzımdır” diyordu.
Demokrat Parti sözünü tuttu ve bir “devri sabık” macerasına kalkışmadı. Taraftarlarının telkinlerine ve çabalarına rağmen tek parti iktidarından herhangi bir konuda hesap sorma yolunu tercih etmedi, sadece CHP’nin hayli zengin olan malvarlığını “gayrımeşru şekilde edinildiği” gerekçesi ile 1953’te devletleştirmekle yetindi!
HÜSEYNÎ’DEN BİR ŞARKI
“Devri sabık yaratma” kavramı Cumhuriyet tarihimizde işte böyle sadece ismen vâroldu, arada br gündeme getirilip konuşuldu ama 1960 darbesi dışında uygulanmadı, yeni iktidarlar “hesap sorma”, eskiler de “hesap vermeye çalışma” telâşına kapılmadı. 20. asır Türkiyesi’ndeki tek “sivil” devri sabık uygulaması 1908’deki İkinci Meşrutiyet’ten sonra yaşandı, Abdülhamid döneminin binlerce memuru, kumandanı, veziri ve paşası azledildi, eski devrin anlı-şanlı paşaları binbaşı, yüzbaşı, hattâ er yapıldılar, göğüsleri nişan ve madalya dolu bakanlardan bazıları Midilli’ye sürüldü ama bütün bu devri sabık merakı memleketteki huzursuzluğu arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Birkaç sene sonrasının Sadrazamı İbrahim Hakkı Paşa ortalığı sakinleştirebilmek için Meşrutiyet’in ilânının ardından kovulmuş, sürülmüş yahut süründürülmüş eski devletlûlara tazminat ödemek zorunda zorunda kaldı ve ilk devri sabık tatbikatımız böylece nihayet buldu.
Bugün devri sabık meselesini yazmamın sebebi, CHP’nin adayı Muharrem İnce’nin geçen hafta İzmir’de yaptığı mitingde partililerin attıkları ama basınımızın gözünden ve dikkatinden kaçan, Muharrem Bey’in de belki işitmediği, belki de o tartışmaya girmek istemediği için cevap vermediği bir slogan: Ardarda işitilen “İntikam” haykırışları...
Seçimler hayırlısı ile oldu, bitti, şimdi herşey yerli yerine tekrar oturuyor ama destekledikleri adayların kazanamamasının getirdiği hiddeti üzerinden atamamış olanlar hâlâ “İntikam”, yani “devri sabık yaratma” merakındalar...
Bugün, Cumhuriyet tarihimizde çok şükür ki tatbik edilmemiş olan “devri sabık” hevesine kapılmak ile Selâhaddin Pınar’ın “Hayal deryâsına ben bâzı bâzı / Dalmasam bir türlü dalsam bir türlü” sözleri ile başlayan Hüseynî’sini mırıldanmak arasında hiçbir fark yoktur!