Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DOLMABAHÇE Sarayı'nda yarın üç gün devam edecek bir sempozyum başlıyor: "Sultan Abdülmecid ve Dönemi Sempozyumu"...

        Meclis'e bağlı Millî Saraylar Dairesi'nin düzenlediği bilimsel toplantıya katılacak olan Türk ve yabancı bilim adamları, Tanzimat Fermanı'nı ilân eden ve Osmanlı İmparatorluğu'nda ciddî anlamdaki ilk çağdaşlaşma hareketlerini başlatan Sultan Abdülmecid hakkında bildiriler verecekler.

        Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in gönderdiği davetiyeler dün gazetelerimizde haber oldu ve bazı köşe yazarlarımız "Meclis nasıl olur da bir padişahı anar?" diye tartışmaya başladılar ve tartışmaya dün akşam muhalefet partileri de katıldı.

        Tartışmanın bugün de devam edeceğinden emin olduğum için sorunun cevabını şimdiden vereyim: Meclis, padişahı anar! Anması da lâzımdır, zira Sultan Abdülmecid Japonya'nın yahut Hindistan'ın değil, bu memleketin, yani Türkiye'nin hükümdarıdır!

        "Böyle bir toplantı neden düzenleniyor?" şeklindeki tuhaf sorunun ve arkasından gelen tartışmanın tek bir sebebi var: Cumhuriyetin ilk senelerinden itibaren empoze edilen ve henüz kurulmuş genç devletin meşruiyetini kazanma çabalarından biri olan "Osmanlı kötü idi, zaten bizim değildi, cumhuriyet ise kendi öz malımızdır" düşüncesine körükörüne inananların hâlâ varolmaları...

        Yeni kurulan bir devletin kendinden önceki devleti başta "Onlar kötü idi, biz iyiyiz" iddiası olmak üzere çeşitli vesilelerle suçlaması ve redd-i miras yapması, hemen her memlekette rastlanan bir olaydır. Ama bu uygulama daima bir müddet için olmuş, yeni devlet temellerini güçlendirdikten sonra eski devlet ile arasındaki soğukluğu gidermiş ve tarihini bölünmüşlüklerden arındırmıştır.

        FETHİ DE KUTLAMAYALIM

        Biz, tarihimizi bu şekilde bir bütün hâline bir türlü getiremedik! Zira çalışmayan, okumayan, araştırmayan ve düşünmeyen bir kesim böyle davranmakla işin kolayına kaçtı, geçmişe hakaret bazı kişiler için bir geçim vasıtası oldu, neticede redd-i miras devam etti ve hâlâ da ediyor.

        Ama, bunu yaparken başka bir yerde örneğine rastlanmayan bir tuhaflık yaptık, Osmanlı hükümdarlarını "iyi" ve "kötü" diye tasnife tâbi tuttuk!

        Genişleme döneminin Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman gibi fetihler yapmış hükümdarları "iyi", sonrakiler, özellikle de son dönemin padişahları bir-iki istisna dışında "kötü", hele sonuncusu "kötünün de kötüsü" kabul edildi. Bütün bu padişahların başka bir memleketin değil, adına tâââ 13. asırdan buyana "Türkiye" denen toprakların hükümdarı oldukları ve imparatorluk ile cumhuriyetin birbirinin devamı olduğu gerçeği ise hep gözardı edildi...

        TBMM'nin Sultan Abdülmecid için sempozyum düzenlemesine karşı çıkanların Türkiye'de yapılan geçmişi konu alan bütün resmî faaliyetlere ve kutlamalara da aynı mantıkla karşı çıkmaları, meselâ "İstanbul'un 29 Mayıs 1453'te fethedilmesinin bizimle hiçbir alâkası yoktur! Fatih Sultan Mehmed adındaki padişahtan bize ne?" demeleri gerekir. Hattâ bu kadarla da kalmamaları, resmî yayınlara göre temeli Milâttan Önce 209'da atılan ve bugün 2 bin 220 yaşında olan kara kuvvetlerimizin, 1840'ta kurulan Posta Nezareti'nin devamı olan 171 senelik PTT'nin ve 1845'ten buyana faaliyet gösteren 166 yaşındaki emniyet teşkilâtının kuruluş tarihlerinin de yanlış hesaplandığını, bu kurumların tamamının 1923'te gökten zenbille indiğini ve sadece 88 yıllık olduklarını iddia etmeleri şarttır!

        BULA BULA BUGÜN MÜ?

        Sözün kısası, Büyük Millet Meclisi'ne bağlı Millî Saraylar Dairesi'nin Sultan Abdülmecid dönemini konu alan bir sempozyum düzenlemesi son derece normaldir, yapılması gereken bir iştir ve yapılmıştır, ama...

        Bütün mesele işte bu "ama"da, sempozyumun gününün seçiminde edilen büyük hatada!

        Sultan Abdülmecid'in ölümünün 150. yıldönümü münasebetiyle düzenlendiği söylenen ve 17 Kasım'da yapılan bir etkinliğin tarihine baktığınızda ne düşünürsünüz? Padişahın hayata 17 Kasım 1861 'de veda ettiğini, değil mi?

        Ama, Abdülmecid'in ölüm günü 25 Haziran 1861 'dir, yani vefatının 17 Kasım ile bir alâkası yoktur. Doğum tarihi 25 Nisan 1823 Cuma olan hükümdar tahta 1 Temmuz 1839 Pazartesi günü çıkmıştır, dolayısı ile 17 Kasım günü Abdülmecid'in hayatında önemli bir yere sahip değildir!

        BİLİM KURULU NEYE YARAR?

        17 Kasım tarihinin, tarihimizde çok başka ve hiç de hoş olmayan sadece tek bir yeri vardır: Osmanoğulları'nın Sultan Abdülmecid'in oğullarından olan son hükümdarı Sultan Vahideddin, bundan tam 89 sene önce, 17 Kasım 1922 sabahı bir İngiliz savaş gemisi ile İstanbul'u bir daha dönmemek üzere terketmiş ve sürgününün ilk durağı olan Malta'ya gitmiştir, o kadar!

        Büyük Millet Meclisi'nin, daha doğrusu Millî Saraylar Dairesi'nin Sultan Abdülmecid'i anmak için 17 Kasım ı kasten seçtiğini tahmin etmiyorum, böyle bir şey sözkonusu bile olamaz, "Oğlunun gittiği gün babasını anmamız iyi olur" gibisinden bir tuhaflık hiç mi hiç mümkün değildir.

        Dolayısı ile ortada tek bir ihtimal var; ciddiyetsizlik! Sempozyum tarihi olarak seçilen 17 Kasım, Millî Saraylar'ın bilim kurulundaki zevâtın tarihimizin iyi ve kötü günlerinden bîhaber olduklarını, işlerin toplantıya katılmaları beklenen devlet protokolünün boş zamanlarına göre ayarlandığını ve daha da önemlisi, bir zamanlar şark zarafetinin merkezi olan Dolmabahçe Sarayı'nda artık zarafetten eser kalmadığını göstermektedir, o kadar.

        Diğer Yazılar