Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUGÜN bu köşede dünya üzerinde varolan mezar taşlarının en hüzünlülerinden birinin fotoğrafını görüyorsunuz...

        Taş, Hanife adında İstanbullu bir hanıma ait. Hanife Hanım bundan 267 sene önce, 1735'te doğum yaparken vefat etmiş; sadece kendisi değil, dünyaya getirmek üzere olduğu bebeği de onunla beraber ecel şerbetinden içmiş ve beraberce defnettikleri mezarın başına bu taşı dikmişler...

        Taşın üst kısmı anneye, alt tarafta monte edilmiş gibi görünen ama yekpare mermerin parçası olan ve üzerinde küçük bir sarık bulunan çıkıntı ise kadıncağızın yavrusuna ait. Anne ile erkek olduğu anlaşılan bebeğinin üzerine ayrı taşlar dikmek yerine zamanın haddeden geçmişcesine süzülmüş olan zevkine müracaat etmiş, her ikisini tek bir taşta birleştirmişler...

        KİM BU PROFESÖR?

        Hüznü ve ince düşünüşün inanılmaz örneklerinden olan bu taş birkaç sene öncesine kadar Edirnekapı'da, Maktul Mustafa Paşa Türbesi'nin ilerisinde duruyordu. "Duruyordu" diyorum, zira artık orada değil ve bir ihtimal Avrupa'da yahut Amerika'da bir yerlerde...

        Bu hazin taşın daha da hazin olan hikâyesini geçen akşam Tarihin Arka Odası'nda mezartaşları konusunda Türkiye'nin en önde gelen uzmanından, Necdet İşli'den öğrendim...

        Necdet İşli'nin anlattığına göre profesörün biri izni, hakkı ve yetkisi olmadan taşı yerinden söktürüp bir başka yere nakletmiş, taş bir müddet o profesörün kendi kafasına göre münasip bulduğu yerde kalmış, sonra da yokolmuş! Bu köşede gördüğünüz fotoğrafı ise, Necdet Bey'e Avrupa'daki bir dostu göndermiş.

        Olup bitenleri anlamışsınızdır: Necdet İşli'nin bütün ısrarıma rağmen ismini söylemediği o profesör hangi akla hizmet etti ise gidip babasının evinden masa yahut sandalye taşırcasına eşi-örneği olmayan koskoca mezar taşını alıp başka bir yere götürüyor ve taş günün birinde ortadan kayboluyor, yani yürütülüp dışarıya gönderiliyor!

        İslamiyet'te heykel yasağı olduğu için, geçmiş asırlardaki mermer ustalarımız sanatlarını mezar taşlarına aksettirmişlerdir ve Avrupa'nın, özellikle de İngiltere'nin önde gelen mezat salonlarında arada bir İstanbul'dan götürülmüş bu taşların satışa konduğunu görürsünüz.

        Koleksiyoncular genellikle küçük boyda, titiz şekilde işlenmiş ve estetiği yüksek taşları tercih ederler, bu şartlara sahip objelerin başında da çocuk taşları gelir...

        Taş sanatımızın zirvesini teşkil eden Hanife Hanım ile yavrusunun mermere işlenmiş acı kaderleri şimdi hangi görgüsüzün salonunu süslüyor, kimbilir...

        İHBAR KABUL EDİN!

        Bu yazıyı başta Kültür Bakanlığı'nın, eski eserleri muhafaza etmekle görevli resmî kuruluşların ve apaçık hırsızlık olan bu gibi hadiseleri meydana çıkartmakla yükümlü mercilerin dikkatlerini çekmek için yazıyorum...

        Hanife Hanım ile yavrusunun taşı, Türk taş sanatının şaheseridir. Şimdi yerinde yeller esen bu taşın akıbetini ortaya çıkartmak, çalındı ise kimin çaldığını bulmak, geri getirilmesine çalışmak yahut bir köşeye atılıp unutuldu ise eski yerine koymak veya bir müzeye kaldırmak, yukarıda bahsettiğim kuruluşların görevidir...

        Dolayısı ile, bu yazımı ihbar kabul edin! Mezarlıklardan aklına esip taş kaldıran o profesörün kim olduğunu ve taşı ne yaptığını ortaya çıkartın!

        Ve unutmayın: Bu taş hırsızlığı akla gelebilecek büyük soygunlardan, meselâ Topkapı Sarayı'nın Hazine Dairesi'nin soyulup Kaşıkçı elmasının yahut meşhur hançerin yürütülmesinden daha vahimdir; zira Hanife Hanım ile yavrusunun çalınan taşı saraydaki altınlardan ve mücevherlerden çok daha kıymetli olan bir kültür hazinesidir.

        Diğer Yazılar