Kına, retweet ve nakl-i küfür
FAZIL Say hakkında "halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri aşağılama" suçlamasıyla dokuz aydan bir buçuk yıla kadar hapis talebiyle dava açıldı ya...
Haberin duyulmasının ardından, entelektüel olduğuna inanan kesimden, gazetedeki mail adresime tahmin edemeyeceğiniz derecede nazik mesajlar yağmaya başladı, hâlâ da geliyor...
İş bu kadarla kalsa iyi... Okuduğunu anlamayan idrak yoksunları korosuna bazı internet siteleri de katıldı ve Fazıl Say hakkında dava açılmasında benim rolüm olduğunu gevelemeye başlayıp "Bir tarafına kına yaksın!" gibisinden sözler ettiler...
Kocakarı ilâçlarından bahseden eski kitaplar, kınanın şifa verici özelliğinden, meselâ mantara ve kaşıntıya falan iyi geldiğinden bahsederler... Dolayısı ile bana karşı bu gibi edepsizlikleri edenler dillerine doladıkları kınayı alıp önce uyuşmuş kafalarına sürsünler, hattâ bir bezi ıslatılmış kına ile doldurup başlarına sarsınlar, böylelikle iflâs etmiş beyin lopları belki biraz harekete geçer. İçerisine düştükleri anlayış zafiyetine böylelikle az da olsa bir şifa getirmiş olurlar, kınanın kasdettikleri yerlere sürülmesi işi de akıllarının başlarına gelmesinden sonra artık kendilerine kalmıştır.
KAFAYA BAK KAFAYA!
Bu zevâtın beni suçlamalarının sebebi, birkaç hafta önce Fazıl Say'ın Ömer Hayyam'a atfederek gönderdiği tweetlerde geçen ifadelerin Hayyam'ın hiçbir eserinde bulunmadığını, yani Hayyam'a ait olmadıklarını yazmam imiş... Savcılık, "Tweetlerdeki bu sözler birer internet palavrasından ibarettir" demem üzerine harekete geçmiş ve dolayısı ile dava açılmasının sorumlusu bendeniz imişim...
Kafaya bakın kafaya! Ben dava ihtimali hatırıma bile gelmeden işin Ömer Hayyam ile ilgili edebî tarafını yazıyorum, anlayış özürlüler bunu "savcıları teşvik" diye yorumluyorlar... Düşüncenin, mantığın ve yorumun böylesine kurban olsunlar!
İşin, idrak fukarasının bir türlü anlayamadığı tarafı şudur:
İnançlı veya inançsız olma hâliniz sadece size ait bir meseledir. İnanıyorsanız, vakti geldiğinde bunun mükâfatını göreceğinizin huzuru içerisinde yaşarsınız, inanmamanız hâlinde de haklı veya haksız olduğunuzun neticesini yine vakti geldiğinde zaten görürsünüz.
Ama inanmama durumu, inanmayanlara inananları hafife alma ve onlarla açıkça dalga geçme hakkını hiçbir şekilde vermez. Böyle bir ucuzluğa girişmeye ne harika çocukların, ne memleketin öteki medâr-ı iftiharlarının nede büyük entelektüel oldukları söylenen başka zevâtın hakkı vardır. Kaldı ki, entelektüelliğin önde gelen şartlarından biri, zaten karşısındakinin itikadına saygıdır!
ACELECİ ZANGOÇ MİSÂLİ
Avrupa'nın önce gelen aydınlarının arasında bugün büyük oranda ateist vardır ama bu ateistlerin hiçbiri kalkıp da inanç sahiplerinin itikadına söz etmez, bunu kendisinden bahsedilme mevzuu haline getirmez, hattâ böyle bir iş etmek zaten akıllarına bile gelmez. Meselâ, kilisenin şimdilerde gittikçe zayıfladığı ve Katolik inancının apaçık bir çöküş yaşadığı Fransa'nın medâr-ı iftiharı olan ateistlerden biri kalkıp da "Zangoç bu pazar sabahı çanı alelacele çalıyor, galiba şaraba yetişmek hevesinde..." gibisinden bir söz edecek olursa dava falan pek açılmaz ama göreceği karşılık "Aklından zoru var" olur.
Almanya'da ise mesele gerektiğinde yargıya intikal eder, geçmişte bunun Alman mahkemelerinin kararlarına ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bu kararları onaylayan hükümlerine dayanan örnekleri de vardır.
Dikkat ettiniz ise, günlerdir devam eden tartışmanın "Atılan mesajlar tweet değil retweettir" yani "dava konusu olan ifadeler yeni değil, başkalarının daha önce sarfettikleri sözlerdir" boyutunun, "nakl-i küfür, küfür değildir" deyiminin dijital hâle getirilmiş versiyonundan ibaret olduğunu herhalde görmüşsünüzdür.
Görmeyenler yahut görmek istemeyenler veya gördüklerini anlamayanlar için bu dava meselesini yazmaya devam edeceğim...