Öğretmenevi mi yoksa zindan mı?
GEÇEN cumartesi gecesi bizim Tarihin Arka Odası'nda konumuz haçlı seferleri idi, o sırada söz eski Türkler'in silâhlarına, özellikle de Türk oklarına geldi.
Kendisi de okçu olan program konuğumuz Gazi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Altan Çetin ile Adnan Mehel, 20. yüzyılın büyük hattatı ve aynı zamanda okçuluğun da son temsilcisi olan Necmeddin Okyay'ın adına İstanbul'da o gün bir okçuluk festivali yapıldığını ve çeşitli memleketlerden çok sayıda okçunun festivale katıldığını söylediler.
Üsküdar'ın tarihi boyunca yetiştirdiği en büyük sanatkârlardan olan Necmeddin Okyay'ın adını taşıyan festivali Üsküdar Belediyesi düzenlemiş, Yunan, Bulgar, Romen ve Macar okçular da davet edilmiş...
İstanbul'da böylesine renkli bir şenliğin yapıldığını öğrenince konuğumuz Adnan Mehel'den, festival için gelen yabancı okçulardan bazılarını hemen programa davet etmesini rica ettim. Program canlı yayınlandığı ve geç saatlere kadar devam ettiği için bol zamanımız vardı, gelebilirlerdi...
BİRAZ GEÇ KALSALARDI!
Okçularla reklam arasında temas kuruldu, Yunan, Bulgar, Romen ve Macar okçuların bir saat içerisinde stüdyoda olacakları söylendi ve araçlar da konukları almak üzere yola çıktılar...
Sonrası ise tam bir rezalet oldu!
Üsküdar Belediyesi, Ankara'dan gelen Prof. Dr. Altan Çetin ile yurt dışından gelen diğer okçuları o taraftaki öğretmenevlerinde misafir ediyormuş ama öğretmenevlerinin kapıları meğerse gece belli bir saatten sonra kilitlenir, içeride olanlar dışarıya çıkamaz, dışardakiler de içeri giremezlermiş!
Bulgar, Romen ve Macar okçular kapılar üzerlerine kilitlendiği için gelemediler, programa sadece üç Yunan okçu katıldı, o da birkaç dakikalık şansları sayesinde: Öğretmenevinden kapılarının kilitlenmesine birkaç dakika kala çıktıkları için!
Asıl dert, sabahın dördüne doğru yaşandı: Program sona erdi, konuğumuz Prof. Dr. Altan Çetin stüdyodan ayrılıp Üsküdar tarafında kaldığı öğretmenevine gitti. Ama, Allah'tan yalnız gitmedi; o tarafta oturan bizim Erhan Afyoncu ile aynı otomobile bindi ve yola beraberce çıktılar...
KAPIDA KALAN PROFESÖR
Öğretmenevine gelmişler, kapı duvar imiş! Bahçeyi sokaktan ayıran demir kapının üzerinde koskoca bir asma kilit, içerisi ise zulmet gibi karanlık, ne bir görevli var, ne nöbetçi memur ne de bekçi! Altan Bey içeride kalan diğer okçuları cep telefonlarından arayıp uyandırmış, anahtarın kimde olduğunu bulabilmek için dakikalarca koşuşturulmuş, tenezzül, lutuf ve inayet gösterilip kapı nihayet açılmış ve koskoca profesörün içeriye girmesine izin verilmiş!
Bu köşede gördüğünüz asma kilitli kapının fotoğrafı, o gece bütün bunlar olup bittiği sırada Erhan Afyoncu tarafından çekilmiştir...
Şimdi merak ediyorum: Küçük çocuklarımızı ve gençlerimizi emanet ettiğimiz öğretmenleri gece misafirhaneye kilitlemek hangi kaba aklın eseridir? "Öğretmenevi" denen yerler konuk ağırlama mekânları mı, yoksa hapishane yahut zindan gibisinden yerler midir? Allah göstermesin, gecenin geç saatinde bir tatsızlık çıksa, meselâ yangın yahut deprem gibisinden birşeyler olsa mahkûmdan beter edilmiş öğretmenlerin akıbeti ne olacaktır? Dillere destan "Türk misafirperverliği" yerli yahut yabancı, bütün misafirlerin üzerine kapıyı kilitleyip horul horul uykuya yatmak mıdır?
Ve bu garabetin en önemli tarafı: Öğretmenine böyle yapan, gece kilit altına alan zihniyet öğrencisine daha neler eder ve kimbilir neler ediyordur!