Öğretebilirsen öğret bakalım!
GAZETEDEKİ e-mail hesabıma hemen her gün dünya kadar mesaj gelir. Mesajlarda kendi görüşlerini yazanlar da vardır, benim yazdıklarımı beğenmeyip ağzına geleni söyleyenler veya ciddî sorular gönderenler yahut doğru bildikleri bazı tuhaflıklar hakkında bilgi isteyenler de... Tuhaf soruların çoğunda, aslı astarı olmayan iddiaları doğrulatma çabası vardır... Bu gibi soruların temelindeki iddiaların bırakın doğru olmalarını, olayların bu şekilde yaşandığının düşünülmesinin bile tuhaflığına rağmen iddia edilen garabetlere inananlar mevcut, hem de çok fazla! Zira okumayan, araştırmayan ama kulaktan dolma ve doğruluk ile hiçbir alâkası olmayan yalan-yanlış söylentileri “bilgi” zanneden bir toplum olduk! İşin daha da fena tarafı toplumun, özellikle de gençlerin büyük kısmının, bilgi zannedilen yanlışlarla donanmanın hafızaya işitme yoluyla, yani en kolay şekilde nakşedilmesi yüzünden gerçek bilgiye artık inanmamaları!
PİRÎ REİS YALAN YAZMIŞ!
Verebileceğim dünya kadar örnek var ama şimdilik sadece ikisini yazayım: Geçenlerde bir tarih profesörü arkadaşım anlattı... Derste, Pirî Reis‘in haritasını anlatıyormuş. Bu meşhur Türk denizcisinin hem “Kitâb-ı Bahriye” isimli eserini, hem de haritasını getirmiş, kitapta ve haritanın kenarında yazılı olanları okumaya başlamış... “Pirî Reis’in haritası özgün bir çizim değildir, zaten sözünü ettiği yerlerin çoğuna hiç gitmemiştir. Bu haritayı nasıl çizdiğini kitabında da, çizimin üzerindeki açıklamalarında da teferruatıyla anlatır. ‘Bana filânca isimli denizcilerin daha önce yaptıkları haritaları getirdiler. Hem onlardan, hem de diğer kitaplardan istifade ettim ve kendi haritamı böyle çizdim’ diye yazar” demiş. Ama, öğrenciler hemen “Hocam, öyle şey olmaz! Pirî Reis görmediği yeri çizmemiştir” deyivermişler! Arkadaşım “Adamın bizzat yazdığı bilgileri gösterdim, haritası konusunda kaydettiği herşeyi okudum, dilimde tüy bitti, bilmemneremden ter damladı ama sınıfı ikna edemedim” diye anlattı. Birinci derecedeki kaynağa ve eserin sahibinin yazdıklarına bile inanmayan öğrencilerin lisede falan değil, üniversitede talebe olduklarını unutmayın!
AYASOFYA BEDDUASI
Böylesine tuhaf bir hadise benim de başıma geldi... İnternette aylardan buyana Fatih Sultan Mehmed‘in “Ayasofya bedduası” diye bir geyik almış başını yürümüştü, hâlâ da devam ediyor... Fatih, güyâ, Ayasofya için hazırlattığı vakfiyesinde “Benim cami haline getirdiğim bu mekânı kim camilikten çıkartırsa, o kişinin üzerine Allah her türlü lâneti yağdırsın” demişti... Haftalar boyunca bu bedduanın tam olarak hangi sözlerle ifade edildiğini soran mesajlar alınca, bizim Tarihin Arka Odası’nda bir açıklama yapalım ve Fatih Sultan Mehmed‘in böyle bir ifadesinin bulunmadığını belgeleriyle gösterip işin aslını anlatalım diye düşündük... Fatih‘in meşhur Ayasofya Vakfiyesi, 1940’lı senelerde hem tıpkıbasım, hem de yeni harflere çevrilmiş şekliyle kitap halinde yayınlanmıştı. O yayını programa götürdük, “İşte, sözü edilen o meşhur vakfiye... Bu sayfalar aslının fotoğrafları, bu da yeni harflere nakledilmiş şekli... Vakfiyenin hiçbir yerinde Fatih’e ait böyle bir ifade geçmez, üstelik vakfiye zaten bu maksatla hazırlanmamıştır” dedik. Ama inanan kim? Sadece o anda gelen yüzlerce mesajda “cahil olduğumuz”, “bilmediğimiz” ve hattâ “kasıtlı davrandığımız” ifade buyuruldu! Zira öyle işitmişlerdi, birilerinin ortaya attığı o palavra hâşâ Allah kelâmı, işin doğrusuna inanmamak da farz idi! Türk istikbâlinin evlâdının günümüzdeki bilgi seviyesi ve anlayışı maalesef işte böyle...