Kemal Bey! Enver Paşa Türkçü veya Turancı değil, İslâmcı idi
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, geçen gün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ndan “Küçük Enver” diye bahsetti... Kişilerin isimlerinin başına ilâve edilen “küçük” sıfatı, mâlûm, bazen pek de nazik olmayan bir başka anlama gelir. Meselâ rahmetli Turgut Özal da bir ara muhalefeti eleştirdiği sırada içerisinde “Küçük Turgut” sözlerinin geçtiği bir cümle kullanmış ama sonradan “Düşündüğünüz şeyi değil, Turgut adındaki torunumu kasdetmiştim” gibisinden bir açıklama yapmak zorunda kalmıştı. Kılıçdaroğlu’nun “Küçük Enver” benzetmesini neden yaptığı ise, mâlûm: Dışişleri Bakanı’nın politikasını geniş imparatorluk hayalleri içerisinde bir yayılmacı olduğuna inanılan Enver Paşa’ya benzettiği ve Davutoğlu’nu Paşa ile aynı çizgide gördüğü için...
‘TURAN’DAN BAHSETMEZ
Davutoğlu’nun uygulamalarını eleştirebilir, Türkiye için hiç de iyi neticeler vermeyen kararlar aldığını söyleyebilirsiniz, üstelik bu düşünce hiç de yanlış sayılmaz. Ama, Ahmet Davutoğlu’nun Enver Paşa ile aynı politikayı izlediğini, yani yayılmacılık peşinde olduğunu, yahut yeni tabiri ile “Neo Osmanlı“ politikaların peşinde koştuğunu iddia ettiğiniz takdirde hatâ etmiş olursunuz. Hatânın kaynağı Davutoğlu’nun dış politikası değildir, dışişleri bakanının kararlarını yorumlamak yorumunuza kalmıştır. Yanlışlık, Enver Paşa’nın bu çizgiyi izlediği iddiasıdır... Son dönem tarihimizin en önemli isimlerinden olan Enver Paşa hakkında bugüne kadar çok şey yazıldı; Turancılığından işgal hevesine, emperyalistliğinden Almanya’ya hayran olduğuna kadar ortaya çeşit çeşit iddialar atıldı. Ama bu sözler Enver Paşa’nın şu anda tamamı elde bulunan evrakı yani özel ve resmî mektupları ile diğer yazışmalarının hepsi elden geçirilmeden söylendikleri için pek doğru değildi ve sadece yakıştırmadan ibaretti.
Enver Paşa, belgeleri dağılmadan kalabilmiş tarihimizdeki birkaç kişiden biridir, bu belgeler vefatının üzerinden geçen 90 küsur sene boyunca ailesi tarafından titizlikle muhafaza edilmiştir ve senelerden buyana üzerinde çalıştığım “Enver Paşa” kitabımda kullanmam için torunu Osman Mayatepek tarafından tamamı istifademe sunulmuştur. Paşa’nın herşeyi ayrıntıları ile yazdığı ve şu anda tamamı bende bulunan yüzlerce mektubunda ve diğer yazışmalarında, Turan hayalinden bahseden tek bir satır bile yoktur! Enver Paşa “Turan” sözünü 20. asrın başında bu isimle adlandırılan Orta Asya’daki Türk bölgeleri hakkında kullanır, “Turan’a gidiyorum” derken “Turan İmparatorluğu kurmaya” değil, “Orta Asya’ya gidiyorum” demektedir ve mektuplarında bu ifadeden sonra gelen cümlelerinde de bunun böyle olduğu, yani o bölgeleri kasdettiği hemen anlaşılır.
Enver Paşa’nın bütün belgelerini satır satır okumuş bir kişi olarak, şunu açıkça söyleyebilirim: Paşa, hiçbir zaman Türk dünyasını birleştirmek gibi bir hayâl içerisinde olmamıştı! Osmanlı İmparatorluğu 19. asırdan itibaren zaten bir dağılma sürecine girmişti, Paşa ve bazı yakın mesai arkadaşları imparatorluğun Birinci Dünya Savaşı’na girmesinin kaçınılmaz olduğunu görmüşler ve mecburen Almanya’nın tarafında olmuşlardı ve neticede büyük bir bozguna uğramıştık.
TARİH DEĞİŞİRDİ
Enver Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile başlayan yurtdışı macerası da Türk devletlerini ve boylarını biraraya getirmeyi hedefleyen bir “Turan ülküsü” değildi. İngiltere’nin emperyalist gücünü ortadan kaldırmaya yönelik bir “intikam” hareketi idi ve temelinde de “İslâmcılık” vardı... Peki, Enver Paşa hayalperest mi idi? Hem de nasıl! Bu geniş hayallerini sağlam bir zemine oturtarak hayata geçirmeye çalışmış olsa idi, tarih bugün zaten bambaşka olurdu... Paşa’nın son senelerinde “Turancı değil, İslâmcı“ olduğunu yazmakla bazı çevreleri hiddetlendireceğimi biliyorum ama işin doğrusu budur! Bu sayfada Enver Paşa’nın bazı mektuplarından yaptığım alıntıları okuduğunuzda bunun böyle olduğunu siz de farkedecek ve CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ndan “Küçük Enver” diye bahsetmesinin de hatâ olduğunu göreceksiniz.
‘İngilizler dişleri sökülmüş yılan gibi sürünürken İslam kazanacak’
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde söz sahibi olan bazı askerler ile devlet adamları hayatları boyunca yazmış ve siyasî faaliyetlerini temelde savunma maksadıyla ve kendi görüşleri doğrultusunda kaleme alarak sonraki nesillere bırakmışlardır. Çok yazan askerlerin başında Kâzım Karabekir gelir, hattâ kalemi elinden hayatı boyunca bırakmamış gibidir ama yazma konusunda öncelik her zaman Enver Paşa’ya ait olmuştur, tarihimizde onun kadar sık ve çok yazmış bir başka devlet adamı yok gibidir.
BAZEN GÜNDE DÖRT MEKTUP
Enver Paşa, en samimi mektuplarını çok büyük bir aşkla bağlandığı eşi Naciye Sultan’a yazar. Hanımı ile İstanbul’da birarada bulundukları sırada bile neredeyse her gün yazma ihtiyacını hisseden Paşa, Orta Asya’da umutsuz bir mücadele içerisine girdiği senelerde Almanya’da bulunan Naciye Sultan’a her gün en az bir mektup gönderir ve mektup sayısı bazı günler dörde, hattâ beşe çıkar. Mektuplarında bütün arzularını, emellerini ve hayallerini apaçık anlatmıştır. Aşağıda, Enver Paşa’nın tamamı birkaç bin sayfayı bulan bu mektuplarından bazı ifadeleri günümüzün Türkçesi’ne nakledilmiş şekilde yeralıyor. Okuduğunuzda, Paşa’nın öyle Turancı falan olmadığını, İngiltere’den hesap sormaya çabaladığını ve bunun için de İslamcı olduğunu sizler de farkedeceksiniz. İşte, Paşa’nın yazdıkları:
* ...Cenâb-ı Hakk inşaallah muvaffakiyet nasib eder de yüzümüzü ak edecek ve İslâm’ın faydasına iş görmeğe muvaffak eder. Tabiî, senin duan bu hususta en büyük yardım olacaktır. Bu defa tamamiyle senin talihine bel bağlayarak hareket ediyorum. Evvelki defalarda olduğu gibi bu defa da herhalde Cenâb-ı Hakk’ın yardım edeceğinden ümitliyim.
* ... İngilizler bize herhalde tamamiyle yâr olmayacaklarından, Anadolu anlaşsa bile İngilizler’e karşı açtığım İslâm ihtilâl bayrağının altında bütün Müslüman memleketleri toplayarak İngiliz aleyhinde çalışacaklarla, yani Bolşeviklerle birlikte mücadeleye devam fikrinden gittikçe hoşlanıyorum. İnşaallah bu da hem müslümanlara hem memleketimize çare olacaktır.
* ...Muvaffak olursak Türkiye, İran, Afganistan birliği vücut bulmuş olur. Bu suretle kuvvetli bir İslâm ülkesi hem İngilizler’e büyük bir darbe vurur, hem de Avrupa’nın altolması için Bolşevikler’in serbest kalmasına vesile olur. İnşaallah bunun hayata geçtiğini görerek seviniriz.
* Benden “İslâm kahramanı” diye bahsetmeleri ve camiden çıkarken toplanan halkın aynı şekilde bağrışması doğrusu beni utanmaktan yerin dibine geçirdi. Bilmem, Allah neden hem böyle bir büyük hizmet ettiriyor hem de böyle âleme beni yanlış bildirerek bu suretle fikir beyan etmelerine sebep olup beni mahcup ediyor. Maksadı eğer beni daha ziyade teşvik ise bundan ziyade elimden ne gelir?
* Naciyeciğim ben doğrusu memlekette bir sandalye elde etmek üzere çalışmak yerine İslâmlar’ın ve memleketinde ezilenlerin haklarını korumak içim daima çalışmak ve bu suretle tâ Trablusgarb harbinden beri takip ettiğim gayeye hizmet etmek istiyorum. Hem de bu suretle müslümanın benden beklediği mücadeleye aralıksız devam edebilirim.
* O (doğacak olan oğlu Ali), ihtiyarladığımız zaman başladığımız işi ileri götürecek İngiliz ile Fransız leşleri üzerinden İslâm bayrağını ileri taşıyarak bütün doğuyu ve batıyı kurtaracak. İşte o büyük adamın sözünü sen de, ben de hürmetle dinlemeye mecburuz.
* Bunları yazarken ne kadar sıkıntı ve kalp azabı içinde bulunduğumu bilemezsin. Bir taraftan şahsımı tatmin için hemen her şeyi bırakarak senin kucağına atılmak üzere hareketimi emreden bir ses bağırıyor; diğer taraftan kırk milyon Türk ve müslümanın ve buna bağlı milyonlarca İslâm’ın boğuk, canhıraş iniltisi bana ‘İmdad, imdad! diye sesleniyor.
* Böyle sürüne sürüne, toprak odalarda duman içinde, maddeten ve senden uzak mânen, yalnız İslâmları kurtarmak teşebbüsüyle yaşıyorum. Bana dua et, hem de çok dua et, beni unutma.
* Bizi evimizden atan Fransızlar, o ak sakallı babamı babam olduğu için zindanda çürüten İngilizler zehir dişleri sökülmüş yılanlar gibi zelil, sefil gövdeleri ile yerlerde sürünecekler.