Ördek sapığının benzerinin, Ulunay'ın eşeği Menekşe'yi kirletmesinin öyküsü
NİHAYET bunu da gördük; at. eşek ve damacana derken, çoluk çocuk sahibi 50 yasında herifin biri Bursa'da ördeğe tecavüz etti... Haberi ve ardından yaşananları gazeteler ile TV'ler günlerden buyana veriyorlar. "Deformasyona" uğradığı ve yürüme güçlüğü çektiği için Uludağ Üniversitesi'nin Veterinerlik Fakültesi'ne kaldırılan ördek, tedavisinden sonra sahibi S.A.'ya iade edildi ama zavallının akıbeti şimdi belli değil. Son açıklamasında
"Bu ördekten artık fayda gelmez. Kesip hayvanlara vermekten başka çarem yok" diyen S. Bey'in namusu kirletilen ördeğin canını aldığı düşünülüyor...
YUNUSTAKİ ÇİFTLİK
Eğer hal böyle ise, yani tecavüze uğradığı söylenen ördek "namusu kirlendi" düşüncesi ile hakikaten kesildi ise aynı belâya uğrayan bazı genç kızların "namusları elden gittiği" gerekçesi ile aile meclisi kararıyla öldürülmeleri arasında hiçbir fark yoktur. Yani, aslında "hayvan" dediğimiz o sevimli yaratıklardan beter olan tecavüzcü elini kolunu sallayarak dolaşabilmekte ama kurban hayatından olmaktadır! Bursa'daki hadise bana Türk basınının en renkli kalemlerinden olan ve 1890 ile 1968 arasında yasayan Ref’i Cevad Ulunay'ın "Menekşe" isimli eşeğinin kaderini hatırlattı.
"Menekşe"nin uğradığı felâketi, uzun seneler Ulunay'ın yakınında bulunmuş olan rahmetli Nezih Uzel anlatmıştı...
Ulunay'ın. Pendik'in ötesindeki Yunus'ta küçük bir çiftliği vardır. Orada yaşamakta ve Cağaloğlu'ndaki gazetesine haftanın beş günü birkaç vasıta değiştirerek ulaşabilmektedir. Çiftliğinden eşeği Menekşe’nin sırtında tren istasyonuna, istasyondan banliyö treni ile Haydarpaşa'ya gitmekte, Haydarpaşa'dan vapurla Karaköy'e geçmekte, oradan da dolmuşla Cağaloğlu'na çıkmakta ve akşamları aynı yoldan çiftliğine dönmektedir.
DÜĞMESİNİ İLİKLİYOR
Kâhyası, akşamları Ref’i Cevad Bey'in gelişinden önce Menekşe'yi istasyona götürmekte ve beyefendi, istasyondan çiftliğine yine Menekşe’nin üzerinde dönmektedir. Ulunay'ın hayvan sevgisini bilmeyen yoktur. Hattâ tavuklarından biri öldüğü zaman çiftlikteki herkesin katıldığı bir cenaze merasimi yapmış ve tavuğunu dualarla defnetmiştir!
Ref’i Cevad Bey, Sultan Abdülhamid'in meşhur Dahiliye Nazırı yani İçişleri Bakanı olan Memduh Paşa'nın kızı Muallâ Hanımefendi ile evlidir.
Hanımefendi, çiftlikte bir gün pencereden bakarken kâhyayı Menekşe’nin ahırından çıkarken görür. Adam ter içerisindedir, ürkek bir hali vardır, üstelik pantolonunun düğmelerini iliklemektedir.
'MENEKŞE O.... OLDU'
Muallâ Hanımefendi. Ref'i Cevad Bey eve gelir gelmez "Menekşe o....u oldu" diye feryâd eder. "Namusu gitti, artık burada barınamaz. Aman beyefendi, hemen götürüp satınız!'
Ref i Cevad Bey birşey söylemez, gidip kâhyayı sıkıştırır, adam inkâra kalkınca eski zamanların âdeti olan konuşturma metodlarından istifade eder nihayet "Bir iştir oldu beyim!" cevabını alınca da kâhyayı geceyarısı kapıdışarı eder.
TÖRENLE DEFNEDİLDİ
Menekse'ye gelince... "Zavallı hayvanın ne günahı var? Ondan daha hayvan olan herif zavallı kızın namusunu kirletti diye biçareyi neden gurbete gönderelim?" deyip hanımını Menekşe’nin çiftlikte kalması konusunda ikna eder, aradan birkaç sene geçer ve emr-i hak vâki olduğunda da kader kurbanı Menekşe’yi tavuğuna yaptığı gibi yine dualarla çiftliğin bir köşesinde toprağa verir...
Abdi İpekçi, Ulunay’ın hayvanlarını anlatıyor
MİLLİYET Gazetesi’nin 1979’da bir suikaste kurban gidecek olan genel yayın müdürü Abdi İpekçi, 1957’nin 9 Aralık günü gazetedeki köşesinde Ulunay’dan ve Ulunay’ın Yunus’taki çiftliğinde bulunan hayvanlardan bahsederken şöyle yazacaktı: “...Bizimöyle bir genç ihtiyarlarımız var ki, bu beklenmeyen işi yapıyor, istirahat mistirahat demeden, yağmuru, karı, borayı dinlemeden senenin 365 günü Pendik’- teki evinden gazeteye gidip geliyor. Hepimizin gıpta ettiği bu genç ihtiyarın ismi: Ref’i Cevad Ulunay... Ulunay’ın, Yunus’tamütevazi bir köy evi vardır. Refikası da kendisi gibi hayvanlara pek düşkün olduğundan küçük çiftlikleri inekler, koyunlar, koçlar, boğalar, kediler, köpekler, ördekler, kazlar, tavuklar, horozlar, tavuskuşları ve eşeklerle doludur. Ulunay, bilhassa bu sonuncumahlûklara büyükmuhabbet duyar. Bir adama sinirlenip ‘Eşek!’ diyecek olsa, o gün çiftliğine dönünce ilk yaptığı iş sevimli eşeklerinin yanına gidip onları öpmek ve özür dilemektir. Dediğine göre, eşeklerin bizim kullandığımızmânâda eşeklikle alâkaları yoktur. Onlar dünyanın enmunis, en efendi hayvanlarıdır.
İŞTE, HAYVANLARIN LİSTESİ
Kazlar için de öyle... Aptallık bir tarafa, bilâkis kaz, hayvanların en zekisi ve evine en bağlı olanıdır. Ulunay’ın hayvanlarından bahsederken temas etmeden geçemeyeceğimbir ciheti, onların isimleridir: Eşekleri: Fulya, Zeren,Menekşe, Karanfil ve şeker bayramında doğduğu için Şeker... Kedileri: Boncuk, Tonbik, Sincap, Altın ve vahşî olduğu için Tarzan. Kazları: Paşa, Hanımefendi, Ruşen Hanım. İnekleri: Fındık, Fıstık, Amber, Çiğdem. Av köpekleri: Lord ve İngiltere’den ithal ettiği için Lady. Çoban köpekleri: Bico, Zala. Boğası: Hergeleci İbrahim(Bu ismi taşıyan pehlivandan kinaye). Ördeklerinden birinin ismi, Yegâne’dir. Yegâne, bir tavuğun kuluçkaya yattığı yumurtalardan çıkan yegâne ördektir. Kendini tavuk zanneder. Ulunay’ın ifadesi ile “Münasebât-ı zevciyyesi, horozlarladır”. Üstad, her sabah saat beşte kalkar. Tiryakisi olduğu kahvesini içtikten sonra hayvanları ilemeşgul olur. Öğlene doğru yazısını yazmak üzere gazeteye gelmek için yola çıkar. Her geliş ve gidişinde üç vasıta değiştirmekmecburiyetindedir: Tren, vapur ve dolmuş... Son zamanlarında biraz ihtiyarladığını hissetmiş ve bunlara bir dördüncü nakil vasıtası ilâve etmiştir. Şimdi akşamları Yunus’ta trenden indiği vakit kendisini istasyonda bekleyen eşeğiMenekşe’nin sırtına biniyor ve çiftliğine öyle gidiyor...”
En çok okunan köşe yazarıydı ve senelerce sürgünlerde yaşamıştı
MEVLÂNÂ’nın soyundan gelen ve Türk basınının bir zamanlar en fazla okunan köşe yazarı olan Ref’i Cevad Ulunay, 1890’da İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra Tevfik Fikret’in teşviki ile gazeteciliğe başladı, Tanin ve İkdam gazetelerinde çalıştıktan sonra Şehrah’ın yazıişlerimüdürü oldu ve daha sonra Türk basınında muhalefetin öncüsü sayılan “Alemdar”ı çıkartmaya başladı. 1913’te Sadrazamve Harbiye Nâzırı Mahmud Şevket Paşa’nın vurulması üzerine İttihad ve Terakki Hükümeti tarafından Sinop’a, oradan da Çorum’a ve Ankara’ya sürüldü. Beş sene boyunca sürgünde kaldı, 1918’deMondorosMütarekesi’nin imzalanması üzerine İstanbul’a döndü, Alemdar’ı yeniden çıkartmaya başladı ve en yakın arkadaşı Refik Halid Karay ile beraber İstiklâl Harbi’nin en şiddetli muhaliflerinden oldu.
Lozan Anlaşması’nın imzalanmasından sonra hazırlanan “150’likler” listesinin ilânı ile yeniden sürgüne gitmek zorunda kalan Ulunay, 15 sene boyunca Fransa’da veMısır’da büyük sıkıntılar çekerek yaşadı. 150’liklerin 1938’de affı üzerine Türkiye’ye döndü, yeni Sabah veMilliyet Gazeteleri’nde “Takvimden Bir Yaprak” ismini taşıyan köşesinde günlük fıkralar yazmaya başladı.
YEMİN ETTİ, YAZMADI
Türkiye’ye dönerken siyasetle bir daha uğraşmamak ve politika hakkında tek satır yazmamak konusunda yemin eden Ulunay, 1968’deki vefatına kadar yeminine sadık kaldı. Ref’i Cevad Ulunay, hayatının son 30 senelik döneminde politika ile ilgili tek bir söz bile etmemesine rağmen, 1940’lardan ölümüne kadar, sadece kültür alanında ve sosyal konularda kaleme aldığı makaleleri sayesinde Türkiye’nin en fazla okunan ve en etkili köşe yazarı idi...
CEDDİNİN YANINDA YATIYOR
1938’de tamamladığı son sürgününün dönüşünde Sultan Abdülhamid’in Dahiliye Nazırı Memduh Paşa’nın kızı Muallâ Hanım ile evlenen Ulunay, evliliklerinin ilk senelerindemaddî sıkıntılar yüzünden İstanbul’un içerisinde yaşayamadı.
Çift, Ulunay’a ailesinden kalan ve 150’liklerin sürgünü sırasında elkonulması her nasılsa unutulan Pendik civarındaki Yunus’taki küçük çiftliğe yerleşti. Haftanın beş günü Yunus ile Bâbıâlî arasında gidip gelen Ulunay, gazetelerdekimakalelerinin yanısıra romanlar kaleme aldı ve hatıralarını da yayınladı.
Ulunay, hayatını 1968’de İstanbul’da, son yıllarını geçirdiği Teşvikiye’deki dairesinde noktaladı. Kalabalık bir cemaatin uğurladığı cenazesi vasiyeti üzerine Konya’ya gönderildi ve büyük ceddi Mevlânâ’nın türbesinin yakınlarında bulunan ÜçlerMezarlığı’na defnedildi.