Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇENLERDE yazmıştım: Her sene Mart ayının son pazartesi gününden itibaren "Kütüphaneler Haftası" idi...

        Hafta münasebetiyle birkaç büyük kütüphanede toplantılar düzenlenir; ilim, irfan, okuma aşkı vesaire gibisinden lâflar telâffuz edilir, bazı fahrî şakşakçılar da köşelerinde "Maaşallah, ne de güzel kütüphanelerimiz varmış! Aman da milletimiz okumaya nasıl meraklı imiş!..." gibisinden goygoy yaparlar...

        Şimdi size İstanbul'un en önemli kitaplıklarından birinde, Bayezid Devlet Kütüphanesi'nde dün yaşanan bir hadiseyi anlatayım da, önceden bilin ve yolunuz oraya düştüğü takdirde başınıza geleceklere hazırlıklı olun...

        Yazdığım bir kitap için, 1920'lerin başında, yani harf inkılâbından önce çıkmış gazetelerden birindeki bir yazı dizisinin yayın tarihine ihtiyacım oldu. Birkaç dakikalık basit bir iş idi, dün oraya gideceğini bildiğim tarih mezunu, eski harflere ve kütüphanelere âşina genç bir arkadaşımdan hazır gitmişken gazeteleri çıkartıp yayının ilk ve son gününün tarihini kaydetmesini rica ettim.

        KIRK KATIR, KIRK SATIR!

        Genç arkadaş sağolsun, gitmiş ve kendisini kütüphanede değil, bir cehennemin içinde bulmuş!

        Cildlenmiş gazete kolleksiyonlarında aradığınız yazının yayın tarihini çıkartmak, işi bilenler için sadece 15-20 saniye, haydi bilemediniz yarım dakikadır...

        Aradığım dizi birkaç ay devam etmiş olduğu için, arkadaşım gazete kolleksiyonunun dört ayrı cildini rica etmiş ama "Olmaaaz! Tek tek bakacaksın!" demişler ve lütuf buyurup ilk cildi getirmişler. İşini yarım dakikada halleden genç tarihçi ikinci cildi istemiş ve tekrar "Olmaaaaz!" buyurulmuş... "Sıranı bekle, yarım saat sonra!"...

        Zira, kitapları depodan çıkartıp getirme işini kütüphanenin maaşları vergilerimizden ödenen memurları ve memureleri değil, stajyer gibi çalıştırdıkları genç bir öğrenci yapıyormuş; memurlarla memureler de ya bilgisayar başında imişler, yahut telefonda!

        Okuyup araştırması engellenen genç arkadaş oradan telefon etti, vaziyeti anlatıp "Bu iş saatlerce sürecek" deyince İstanbul Kültür Müdürlüğü'nde bir dostumu aradım ve tuhaflığa bir son verdirmesini rica ettim...

        Bir telâş yaşanmış olacak ki, kütüphanenin başında vekâleten bulunan İstanbul Kültür Müdür Yardımcısı Abdullah Güven, Kültür Müdürlüğü'nden bir arabaya atlayıp hemen kütüphaneye gitmiş ve cildleri çıkarttırmış... Netice ne mi olmuş?

        Ceberrutluktan vazgeçilecek değil ya! Müdürlerinin talimatını bile dinlememiş, "Dediğim dedik. Tek tek bakacaksınız" deyip cildleri yine vermemiş, yani okutmamışlar! Bu son eziyeti de haber alınca arkadaşıma "Vazgeç kardeşim; çık oradan, bari canını kurtar" dedim...

        SİNG-SİNG EFSANESİ

        Bundan 30-40 sene önce Bayezid Kütüphanesi'ne işi düşenler hatırlarlar: Burası, okuyucuya zulmün şahikaya çıktığı, hizmet vermek değil okutmamak, ilimden soğutmak ve geleni "İllallah" dedirtip kaçırtmaktan başka iş görmeyen ve sadece ismi "kütüphane" olan bir azap mekânı idi. Kitap meraklıları Bayezid Kütüphanesi'ni bu yüzden 1950'ler Amerikası'nın meşhur zindanına benzetir ve "Sing-Sing" derlerdi!

        Sing-Sing son senelerde meğerse azap tekniklerini daha da geliştirmiş, Tahran'ın işkenceleri ile meşhur Evin Zindanı'na ve Amerikalılar'ın Guantanamo'suna bile rahmet okutur hâle gelmiş...

        İstanbul'un en önemli kütüphanelerinden birinde vatandaş böyle zulme uğruyor ve eski bir gazete kolleksiyonuna bile erişemiyorsa "kütüphane" sözünü telâffuz ederken yüzümüzün kızarması gerekir!

        "İstanbul Kültür Müdürlüğü" demek protokol davetlerinde boygöstermek, "İkibin Bilmem Kaç Kültür Başkenti" programlarında koşuşturmak yahut havaalanlarında bakan karşılamak değil; devletin kültür mekânlarını, en başta da kütüphaneleri tembellikten, kapristen ve zulümden kurtarıp çalışır hâle getirmek, makamına saygıyı sağlamak ve Bayezid Kütüphanesi'nin efsanevî müdürü, büyük âlim İsmail Saib Efendi'nin kemiklerinin sızlatılmasına son vermektir!

        Haksız mıyım sayın Bilgili?

        Diğer Yazılar