Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN, 1960 sonrası Türkiyesi'nin önde gelen ve önemli şairlerinden olan Cemal Süreya'nın 24. ölüm yıldönümü idi...

        Bazı köşe yazarları yıldönümünü birkaç gün önceden hatırlattılar, şimdi bu münasebet ile bir sempozyum ile birkaç toplantı yapılacak ve Cemal Süreya'nın adına şiir ödülü verilecek...

        İyi bir şair, şark dünyasının kadîm şiir telâkkisine göre ifadesinde derinlik olan, kelimeler vasıtası ile yeni bir "buluş" ortaya koyabilen, yani mısralarında çarpıcı sözler söyleyebilen, okuyucuyu o mısraı daha ilk okuduğu anda sersemletmeyi başarmış olan şairdir ve Cemal Süreya'nın bazı mısralarında bu şekilde sersemletici, âmiyane tabiri ile "Vay be!" dedirten ifadeler vardır.

        Bizde bir sanatçının, ressamın, yazarın yahut şairin hangi vesile ile olursa olsun anılması demek yere-göğe konamaması, yüceltildikçe yüceltilmesi ve hemen herşeyinin hatalardan arınmış bir mükemmelliğe büründürülmesi demektir. Hele o sanatçı ideolojik kimlik taşıyor ise üzerine bir zerre kondurmak bile ne haddinize? Çarpılırsınız!

        ARAGON'UN 'ELSA'SI

        Şimdi hayatta olmayan şairlerin hemen tamamı bizde eleştiriden, incelemeden ve gerçek değerlendirmeden işte bu şekilde uzak tutulmuşlardır ve şiiri konusunda yüceltme dışında pek bir şey yapılmayan şairler arasında Cemal Süreya da vardır.

        Bir örnek vereyim: Cemal Süreya zamanının şairleri arasında hakikaten önemli bir yere sahiptir, şiiri daha bir "şiir"dir ama en bilindik mısralarından bazılarının, meselâ "Annem çok küçükken öldü / Beni öp sonra doğur beni" beytinin Fransa'nın son büyük şairlerinden Louis Aragon'un "Elsa"sında geçen bir ifadeye neden çok benzediğinin üzerinde pek durulmamıştır.

        Cemal Süreya'nın böyle bir değerlendirmeye alınmayan mısraları, üstelik sadece bundan ibaret de değildir...

        Eski edebiyat tarihçileri, bizim Divan şiirini bile zaman zaman tenkid eder, derinlik konusunda Şark Edebiyatı'nın diğer örneklerinin yanında Türk nazmının gayet zayıf kaldığını söylerlerdi. Onlara göre Divan Edebiyatı'nda Nâbî, Fuzulî, Şeyh Galib ve daha birkaç isim dışında Arap ve Fars Edebiyatı'nda rastlanan derinlik ölçüsünde eser vermiş şairler çok azdı; şiirlerin çoğu taklitten ibaret idi, hattâ meşhur Nedîm bile şuh, mahallî ama derinliği pek olmayan bir şair kabul edilirdi.

        Başka edebiyatlardan etkilenme geleneği Cumhuriyet döneminde de devam etti ve bir-iki isim dışında, şairlerimiz ilhamlarını bu defa Batı'dan, özellikle de Fransız Edebiyatı'ndan almaya başladılar.

        HAYDİ, ARAYIP BULUN!

        Daha açık söyleyeyim: Cumhuriyet döneminin, özellikle 1940'lar sonrasının bir-iki ismi dışında birçok şairi ve hattâ yazarı, Fransız Edebiyatı'ndan aşırı derecede istifade etmişlerdir. Bu istifade bazen etkilenme şeklinde olmuş, Türkçe şiirler Fransız şiirinden alınan ilhamın sevkettiği şekilde yazılmış ama bu iş bazen ilham sınırlarını aşmış, hattâ özenti noktasını bile geçmiş ve apaçık "yürütme" hâlini almıştır. Fransız Edebiyatı'na derinlemesine vâkıf olan o zamanın şairleri ile yazarları aslında kimin kimden etkilendiğini yahut yürüttüğünü gayet iyi bilmektedirler ama çoğu aynı yolun yolcusu olduğu için "Tencere dibin kara" misâli kimse kimseye tek söz bile etmemiştir!

        Edebiyat tarihçiliğimizin bugün için en büyük eksiği, bu bahisleri ele alması gereken karşılaştırmalı metin şerhi çalışmalarının hâlâ başlamamış olmasıdır...

        Şimdi gelin, küçük bir araştırma yapalım: Konumuz, Charles Baudelaire'in meşhur "Vampir" şiirinde geçen "Comme aux vermines la charogne / - Maudite, maudite sois-tu!" mısraları...

        Bu mısralar başta olmak üzere manzumenin havasının Türkçe'ye kim tarafından ve nasıl uyarlandığını, Fransızca mısraların verdiği ilhamla yazılan ve bizde bugün gayet iyi bilinen manzumenin hangi şiir olduğunu bulmaya çalışın...

        Bulduğunuzda çok şaşıracağınıza eminim...

        Diğer Yazılar