Ayının kalbi!
CEMAL Nadir, Türk karikatür tarihinin en önemli isimlerindendi. Hayata 1947’de henüz 45 yaşında iken veda ettiğinde ardında kendi tiplemeleri olan “Amcabey”, “Dalkavuk”, “Solomon” ve “Efruz Bey” gibi unutulmaz karakterler bıraktı.
Hele “Yeni Zengin” tiplemesi...
“Yeni Zengin”, savaş senelerinde her türlü işe girip bol para kazanmış, servet sahibi olmuş bir görgüsüzdü ama karısı ondan da beterdi.
Cemal Nadir’in unutamadığım bir “Yeni Zengin” karikatürü vardır: Hani bildiğimiz muz 1980’lere kadar varlıklı ailelerin meyvesi idi ve sadece kışları bulunur, yaz aylarında “muz” diye birşey hayal bile edilemez, o aylarda kestane ile pırasa da olmazdı ya... Cemal Nadir o karikatürü muz üzerine kurmuştu. Sıcaktan bunaldıkları için camlarını ardına kadar açtıkları salonlarının tavanından avize yerine koskoca bir muz demeti sallandıran “Yeni Zengin”in hanımı, kocasına “Abdullah Beyler yarın yemeğe gelecekler, önce kömürde kestane yaptıralım, zeytinyağlı olarak da pırasa ikram edelim” diyordu!
Eskiden tuhaf kaçan, aklı başında olanlara “Destuuur” çektiren ama mutlaka “Çüş!” dedirten bu gibi davranışlar, birilerinin şimdilerde kolay para kazanmalarının ardından artık sıradan, günlük işler hâline geldi ve şimdi sadece gülüp geçiyoruz...
RAHMET OKUTMAKTAN ÖTE...
Ama çok yakın bir zamanda yaşanmış olan ve geçenlerde bir arkadaşımın anlattığı hadise, Cemal Nadir’in “Yeni Zengin”ini bir tarafa bırakın, tarih boyunca görülmüş bütün görgüsüzlüklere rahmet okutacak; hattâ rahmetten de öte, hatim indirtecek mahiyette idi.
Olay, ismini vermeyeceğin bir Türkî cumhuriyette yaşanmıştır...
Devletin tepesindekilere çok yakın olan, girişimcilik alanında aklınıza gelebilecek her türlü işi yapan ve halledilemeyen işleri de hallediveren bir beyefendi, misafirlerini ağırlamak ve dostlarıyla hoş vakit geçirebilmek için o memleketin başkentinde gayet lüks bir restoran açmıştır.
Maharetli zâtın çok sevdiği bir de hayvancağızı vardır: Henüz yavru iken bulduğu hayvana bütün sevgisini vermiş, itina ile besleyip büyütmüş, koskoca, sağlıklı bir yaratık hâline getirmiştir ve restoranının girişindeki bir kafeste tutmaktadır.
Hazretin kedi, köpek yahut arslan falan beslediğini zannetmeyin... Gözünün nûru olan hayvan bir ayıdır; bildiğiniz koskoca bir ayı!
O memleketin tepesindeki en güçlü adamlardan birinin oğlu, akşamların birinde yanına arkadaşlarını da alıp bu restorana gider. Beyzâde yiyip içtikten, hattâ bilmemne gibi içtikten sonra başka bir emrinin olup olmadığını soran garsona “Vaaar! Şu ayıyı kesin, kalbini ızgara yapıp bana getirin!” buyurur.
ZIRHLI ARABADAKİ VALİZ
Restoran karışır! Bir tarafta beyzade, bir tarafta mâlûm patron... Kelleyi koltuğa alır beyzadeye “Buranın sahibinin kim olduğunu biliyorsunuz değil mi?” diye sorarlar, ama küçükbey inad eder: “Mene neeee? O ayının yüregini istirem de istirem!”
Çaresiz kalıp patronu arar, olup biteni anlatırlar; patron “Söylediğini yapın, ayıcığımı kesin, kalbini kızartıp servis edin” der.
Bîçare ayıcık şımarık beyzadeye hemen kurban edilir, herif közde kızartılmış ayı kalbini zıkkımlanır, sonra hesabı ister ve adisyon gelir: Tam tamına iki milyon dolar!
Meblâğı patron söylemiş ve “Parayı ödemeden oradan çıkmayacaklar!” buyurmuştur.
Beyzade adisyona şöyle yan gözle bakar, cep telefonundan bir yeri arar, yarım saat sonra restoranın kapısına kurşun geçirmez bir minibüs yanaşır ve şoför içeriye koskoca bir valiz götürür...
Valizde, nakit olarak iki milyon dolar vardır!
Artık “görgüsüzlük” mü “hanzoluk” mu yoksa “ayıdan fazla ayılık” mı, ne derseniz deyin... “Yeni zenginlik” zamanımızda artık işte böyle!