Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı yürüyüş, 25 günün ardından dün son buldu. İyi planlanmış, düzenli, başarılı bir organizasyondu. Hakkını teslim etmek gerek. Bu yazıyı bir yandan mitingi izlerken yazıyorum. Çok büyük bir kalabalık var Maltepe’de. Kılıçdaroğlu kilometrelerce yolun ardından bu kalabalığa hitap ediyor.

        Miting çok açık bir şekilde gösteriyor ki bundan böyle Kemal Kılıçdaroğlu muhalefetin tek lideridir. 9 Temmuz’la birlikte genel başkanlıktan liderliğe terfi etmiştir. İktidarın tek lideri Erdoğan, muhalefetin tek lideri Kılıçdaroğlu... Demokrasimiz iki kanatlı bir omurgaya oturdu ve ben bunu çok olumlu buluyorum.

        Diğer yandan Kemal Bey’in bazı söylemlerine hak versem de önemli bir kısmını yanlış buluyorum. Ben Çengelköy’de oturuyorum. Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerinin Çengelköy’ü nasıl silahlarla işgal ettiğine şahit oldum. Nasıl olur da bütün askeri öğrenciler için “Masumdur” der? Elbette içinde haksız yere içeride olanlar olabilir ama büyük çoğunluğu darbeci ve FETÖ’cüydü. Aynı şey erler ve erbaşlar için de geçerli. Halka ateş açan er ve erbaşların hepsinin masum olduğunu nasıl iddia eder? Mitingde bütün er ve erbaşlara ve bütün askeri talebelere sahip çıktı... Bu halkın çoğunluğu 15 Temmuz’u aklayan böyle bir söylemi kabul etmez, etmeyecektir. Ben de kabul etmiyorum...

        ÖNEMLİ BİR SINAVI GEÇTİK

        Ben bu yola çıkılırken yürüyüşün riskli ve provokasyonlara açık bir eylem olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir yürüyüş ya da sokak hareketinin daha çok özgürlük ile sonuçlanmadığını, aksine darbe de dahil olmak üzere farklı dinamikleri harekete geçirdiğini söylemiş, yazmış, tarihten Harbiyeliler yürüyüşünü örnek vermiş ve endişelerimi dile getirmiştim.

        Ancak endişelendiğim gibi olmadı ve bu yürüyüş büyük bir olay ya da sorun yaşanmadan, güzel bir şekilde noktalandı. Bunda CHP Genel Başkanı’nın, ona eşlik edenlerin ve tabii ki devletin azami dikkat ve önlemlerinin büyük payı var. CHP Lideri ve onunla birlikte yürüyenler çok yoruldular elbette ama yalnızca onlar değil, devletin tüm birimleri de 25 gündür çok yoruldu. Kaç terör girişimi engellendi, kaç saldırı durduruldu, kaç bin polis görev yaptı... Güvenlik birimleri büyük bir övgüyü hak etti. Kemal Bey de bir konuşmasında polis ve jandarmaya yürekten teşekkür etti.

        Açıkçası Türkiye’de devlete güvenmek çok zordur. Şimdiye kadar birçok örnekte devletin içindeki birtakım derin yapılar ve vesayetçi çevrelerin olayları nasıl provoke ettiklerini ve kendi iktidar alanlarını pekiştirdiklerini gördük. Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü bu anlamda artık Türkiye’de devlet mekanizmasının ve güvenlik birimlerinin sağlıklı işlediğini göstermesi açısından da önemli.

        Bu yürüyüşün etkileri ne olacak henüz bilmiyoruz ama en azından önemli bir sınavı geçtik. “Türkiye’de diktatörlük var, demokrasi yok” diyerek hepimize zarar verenlere, AB ile müzakereleri durdurmak isteyenlere çok net bir mesaj verdik. Bu bile tek başına ciddi bir kazanımdır...

        KARŞILAYICILAR GİRİŞİ NEREDE BULUNUR?

        BU fotoğraf Trabzon Havaalanı gelen yolcu girişinin fotoğrafı. Dünyada havaalanı tabela literatürüne yeni bir kavram eklemiş arkadaşlar: Karşılayıcılar girişi. İngilizce’ye de çevirmişler sağ olsunlar... Bundan bir tane de Ordu’da varmış. Ancak oradaki çeviri farklı. “Receivers entrance” yerine “Greeters entrance” demişler.

        İki gündür ne zaman canım sıkılsa, bir şey için endişelensem alıyorum elime bu görüntüyü, basıyorum kahkahayı... Çok yaşayın Trabzonlular, Ordulular! Ancak bir şeyi merak ediyorum: Acaba “giden yolcu” kısmında da “yolculayıcılar girişi” tabelası var mı?

        O BABANIN SÖZLERİNE LAYIK OLABİLECEK MİYİZ?

        “BU işe bulaşan suçluların yaptıkları, Türk halkını hiçbir şekilde temsil etmiyor. Türk halkı bizim kardeş, Müslüman ve dost halkımızdır. Biz böyle düşünüyoruz ve böyle düşünmeye devam edeceğiz.”

        Çocuğunu, canını ve ailesini kurtarmak için sığındığı topraklarda vicdandan, sevgiden ya da merhametten (İnsanlıktan demeye dilim varmıyor, insanlık kavramını sorgulatır, insandan tamamen soğutur şeylere tanık oldukça diliniz ve kaleminiz gitmez oluyor ait olduğunuz varlık sınıfını telaffuz etmeye-NA) nasibini almayan vandalların canice tecavüz ederek öldürdükleri kızı ve torununun ardından yukarıdaki sözleri telaffuz etti o Suriyeli baba.

        İnsan utanıyor. Hem de çok. Düşünmek, empati kurmak bile korkutuyor ama ben ya da bizler yapabilir miydik bunu? Böyle bir felaketin ardından bu kadar itidalli kalabilir miydik? Sanmıyorum...

        Halbuki bu insanlar acının her ilmeğinden geçerek inançlarıyla, sabırlarıyla ve metanetleriyle çok büyük bir ders veriyorlar bize. Ama acaba her gün arsızca Suriyelileri hedef gösteren siyasetçiler, gazeteciler, kalpleri nefretten taşlaşmış sosyal medya bozuntuları ve onlardan etkilenen etrafımızdaki sıradan faşistler etkilenir mi bu sözlerden? Bir nebze vicdanları sızlar mı? Zannetmem.

        20 yaşında, ülkesindeki savaştan kurtulmak için ülkemize sığınan talihsiz bir kadın, doğumuna günler değil, saatler kala karnındaki bebeği ve kucağındaki minicik çocuğu ile eşine rastlanmayacak bir eziyetle öldürüldü. Bunun ağırlığı hepimizin omuzlarında. O bize emanetti. O emanete ihanet ettik. Bu vahşeti kendi içimizden çıkardık. Peki bununla yüzleşmeye hazır mıyız? O babanın sözlerine layık olabilecek miyiz?

        Diğer Yazılar