Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ENİS Berberoğlu’nun tutuklanmasına başından beri itiraz ettim. Bu kararı son derece adaletsiz buldum. Anamuhalefet partisinin genel başkan yardımcılığı görevinde bulunmuş bir milletvekilinin cezaevinde olmasının Türkiye’ye büyük zarar vereceğini defalarca yazdım ve televizyonlarda dile getirdim. Geçtiğimiz hafta adalet adına güzel bir gelişme oldu. Berberoğlu hakkında 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi bozdu. Bu, çok önemli bir gelişmeydi ancak bence hak ettiği ilgiyi görmedi.

        Halbuki İstinaf Mahkemesi, yüzeysel değil, derinlemesine bozdu verilen kararı. Açıkça Aydınlık’taki habere, Anayasa Mahkemesi’ne, AİHM’ye atıfta bulunarak 14. Ağır Ceza’nın kararını ve gerekçelendirmesini yanlış bulduğunu beyan etti. Siyasi partinin seçimleri kazanmasını engellemeye yönelik eylemin hangi gerekçelerle casusluk suçunun unsuru olduğunun gösterilmediğini söyledi.

        NEDEN HÂLÂ TUTUKLU?

        Ancak bu karara rağmen tutukluluğunun devam etmesi enteresan. Bir yandan gerekçelendirmeyi yanlış bulduğunuzu beyan ediyorsunuz ama diğer yandan o gerekçelerle tutuklu yargılanan bir insanın tutuklu kalması gerektiğini söylüyorsunuz. Sanırım istinaf mahkemesi “Bu hukuki açıdan son derece sıkıntılı kararı bozuyorum, gerisini de artık siz halledin” diyerek yerel mahkemeye bırakıyor. Ama bu işler öyle çabucak sonuca ulaşmıyor ki... Bir sonraki duruşma ne zaman, belli değil. Üstelik Berberoğlu’nun avukatları reddi hâkim talebinde bulundular, yani mahkemenin yeniden toplanabilmesi için yeni isimlerin belirlenmesi gerek.

        Bu işin en mantıklı ve kolay yolu Anayasa Mahkemesi’nin tutuksuz yargılama yönünde karar vermesi olur. Enis Berberoğlu aylar önce bireysel başvuruda bulunmuştu. Açık bir şekilde bozulan bir mahkeme kararının üzerinden devam eden tutukluluğun yanlışlığına hükmedecek en doğru merci AYM gibi görünüyor.

        **************

        HARİTADAKİ O NOKTA VE ÇOCUKLUK HAYALLERİ

        ORTAOKULUN son sınıfında, dünyanın çeşitli yerlerinden Almanca öğrenen çocuklar için Alman hükümeti tarafından düzenlenen uzun bir geziye katılmıştım. Dil konusunda fena sayılmazdım, sanırım o nedenle okuldan ödül mahiyetinde benim gitmemi kararlaştırmışlardı.

        Uzun bir seyahatti. 4 hafta boyunca birbirine hiç benzemeyen coğrafyalardan gelen çocuklar çeşitli kentlerde dolaşıp son olarak 1’er hafta da Alman ailelerin yanında kalacaktık. Münih’ten Berlin’e, Essen’den Köln’e yaptığımız yolculuklar dün gibi aklımda... İlk kez aileden bu kadar ayrı kalış, hem de çok farklı ortamlarda ayrı kalış beni o 4 hafta içinde birkaç yıl kadar büyütmüştü. Yaşadıklarımız bir çocuğun gözünden mucize gibi bir şeydi...

        O seyahatte dünyanın unuttuğu bir yerden bir kızla tanışmıştım: Chrislene... La Reunion’luydu. Madagascar’ın biraz altında küçücük bir nokta gibi görünen Fransız sömürgesi bir ada. Çok yakın arkadaş olduk, yıllarca mektuplaştık. Onun bana uzak dünyasını öyle merak ederdim ki ne zaman fırsat bulsam haritayı önüme koyar La Reunion’a bakarak hayaller kurardım. Sonra bir gün aklıma fotoğraf istemek geldi. Haftalarca bekledim. O bekleyişin sonunda merakımı giderecek mektup geldi sanırken... Mektubun içinden La Reunion diye bir sualtı resmi çıkmasın mı! O sıralar elimin altında internet de yoktu ki... Yıllarca “merak etmek” = “uzak adalar” demek oldu benim için.

        BURASI BAŞKA BİR DÜNYA OLABİLİR Mİ?

        Peki bu eski defterleri niye açtım? Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir haber yüzünden. Haberde dünyanın en “yabancı” köşelerinden biri olan St. Helena Adası’na uçak seferleri başladığı söyleniyordu. Öyle bir yer ki tek ulaşım Güney Afrika’dan gemiyle 3 haftada mümkünmüş! Şimdi haftada bir uçak seferi sayesinde Johannesburg’dan Nijerya aktarmalı gidilebilecek bu adaya. Nasıl bir yer olabilir ki? Yalnızca 4 bin 500 kişinin yaşadığı, herkes ve her şeyden ayrı, dünyayı ardında bıraktığın bir kara parçası...

        St. Helena bana yıllarca peşimi bırakmayan merakımı anımsattı. O merak La Reunion’a değil ama yıllar sonra Galapagos’a götürmüştü beni. Onlarca endemik canlı türünü çok ilginç bir coğrafyada görmek elbette unutulmaz bir deneyimdi ama hemen yanı başında her yerde rastlanan pizzacılar, hamburgerciler görmek içimdeki meraklı çocuğu biraz öldürmüştü açıkçası... St. Helena o çocuğu yeniden diriltti.

        Diğer Yazılar