NATO Sözleşmesi'nde eksik olan madde
NATO tatbikatında yaşanan skandal aslında yeni olmayan, hatta ilk olarak Gezi olayları sırasında belli çevrelerde telaffuz edilmeye başlanan ama özellikle 2016’dan beri dillendirilen bir tartışmayı şiddetli bir şekilde yeniden açtı. Ama çok dikkatli olmamız gerek! Burada bir oyun var. Tartışma iki türlü yürütülebilir. İlki, bizi tam da istenen oyunun sonucuna götürür...
Tartışmanın temel başlığı elbette NATO ve Türkiye ilişkileri. Ancak burada iki farklı eksen var. İlki, daha doğrusu son 4.5 yıldır konuşulan ve son 1.5 yıldır giderek daha net telaffuz edileni NATO’nun Türkiye’den rahatsızlığı, hatta Türkiye’yi ittifaktan çıkarma yolları aradığı. İkincisi ise son dönemde 15 Temmuz’la başlayan, ABD’nin bilinçli bir politika ile Türkiye’yi kendinden uzaklaştırması sonucu Türkiye’de hep var olan ama giderek artan anti-Amerikan, anti-Batı refleksi tavan yaptıracak NATO provokasyonu ve Türkiye’den yükselen “NATO’dan çıkalım” sesleri... Yani “NATO Türkiye’yi atsın” ile “Türkiye NATO’dan çıksın” arasında tıkanıp kalan bir tablo var.
ATAMAYACAKLARI İÇİN YAPIYORLAR
Halbuki ikincisi, yani Türkiye’den yükselen “NATO’dan çıkalım” sesleri tam da birincisinin, yani “Türkiye’yi NATO’dan atalım” diyenlerin istediği şey!
Sevgili okurlar NATO’ya girmek mümkün ama askeri bir darbe olmadığı, sistem felce uğramadığı müddetçe çıkmak mümkün değil! İttifak üye kabul şartlarının 10. maddesinde detaylı bir şekilde tarif etmiş, 4. maddesinde üyelik için prosedürleri anlatmış ama bir üyenin üyeliğine nasıl son verileceğini düzenlememiş. Tabii soğuk savaş mantığı ile cephe genişletme amacı güdüldüğü için ve üye kaybetmek karşı cepheye kazandırmak anlamına geleceği için olsa gerek bunu düzenlemek bile NATO’yu zayıflatır gibi düşünülmüş olabilir. O nedenle son birkaç yıldır Türkiye’yi Batı ittifakından koparmak isteyen çevreler kara kara bu işi nasıl yapacaklarını düşünüyorlar. Onları en çok sevindirecek şey Türkiye’nin kendiliğinden NATO’dan çıkması olacaktır.
Elbette Norveç’teki çirkin provokasyona en üst perdeden en sert tepkiyi verelim; nitekim veriyoruz da ve NATO’dan da özür üzerine özür geliyor ama Türkiye NATO’dan ayrılmamalıdır. Her ne kadar son dönemde aramızda ciddi fikir ve yaklaşım farkları olsa da “NATO üyesi olarak Rusya-Çin cephesi ile ilişki kuran bir Türkiye” çok daha güçlü bir Türkiye olur...
*************
TÜRKİYE’NİN ALACAĞI S400’LER
TÜRKİYE ile NATO arasında giderek açılan mesafenin birçok sebebi var ancak bunların en görünür ve ateşleyici olanı Ankara’nın Rusya’dan almak üzere anlaştığı S400 hava savunma sistemi. Birkaç yıldır S400 meselesi çok konuşuluyor ancak ABD ve NATO neden Türkiye’nin elinde bu sistemin olmasından bu kadar rahatsız, bu NATO için ne demek ve Türkiye böylece NATO’ya meydan mı okuyor sorularının cevapları bu aşamada çok önemli...
Öncelikle: S400’e sahip bir NATO üyesi yok, Türkiye bir ilk olacak ama bir önceki nesil olan S300 kullanan bir NATO üyesi var: Yunanistan. Demek ki sorun tek başına S serisi hava savunma sistemi olamaz ancak belki de Rusya’dan almak işi daha çetrefil hale getiriyor olabilir. (Yunanistan Güney Kıbrıs’tan almıştı-NA)
TÜRKİYE NATO’DAN ALMAYA DEĞİL, KÖTÜ TEKLİFE KARŞI
İkincisi S400 NATO’nun kendi savunma sistemleriyle uyumlu değil ve NATO kontrolünde konuşlandırılmayacak, yani Türkiye istediği yere bu sistemi yerleştirebilecek, halbuki NATO savunma sistemi olsa ittifak, örneğin Yunanistan’a yönelik bir konuşlandırmaya sınır getiriyor.
Üçüncüsü NATO bir üyesinin üzerinden Rusya’nın eline kendi sistemleri ile ilgili bilgi aktarımı olabileceğinden endişe ediyor.
Öte yandan böyle kaygıları varsa kendi sistemlerini satmak için kolaylıklar sağlaması beklenirken NATO, Türkiye’nin girişimlerine rağmen maddi olarak tatmin edici bir teklifle gelmemişti. Hatta 2015’te Çin ile anlaşılmış, bu anlaşma NATO’da rahatsızlık yarattığı için daha sonra bozulmuş ama buna rağmen ABD ve Avrupa ortak girişimi olan MEADS’ın alınması amacıyla yapılan girişimler bir uzlaşma ile sonuçlanmadığı için Türkiye Rusya ile görüşmeye başlamıştı.
*************
KELAYNAK KUŞLARI MIYIZ?
ÇARŞAMBA günü yayınlanan “Türkiye’nin esas şimdi liberalizme ihtiyacı var” başlıklı yazımdan sonra hem iktidar partisinin hem de anamuhalefet partisinin önemli iki isminden iki ayrı mesaj aldım. Ne kadar ilginç, ikisi de değişik kelimelerle aynı şeyi söylüyorlardı. Biri, “Sen ve eşin dışında liberalizmi ana akım medyada savunan kalmadı. Son Mohikanlar gibisiniz” diye yazmıştı. Diğeri ise “Medyadaki son liberallersiniz. Kelaynak kuşları gibi kaldınız” diyordu.
Bu mesajlarda iğneleme mi, yoksa övgü mü var anlayamadım ama işin özü doğru. Keşke hem iktidar hem anamuhalefetten daha fazla kişi liberal demokratik değerleri savunsa... Bu, Türkiye’nin geleceği için çok daha iyi olur. Ancak maalesef iki taraf da buna yanaşmıyor. Evet, biz kelaynak kuşları ya da son Mohikanlar gibi kalsak da liberal demokrasiyi ve liberal ekonomiyi savunmaya devam edeceğiz. Bir avuç olduğumuzun farkındayım. Kamusal karşılığı olan liberal-demokrat sayısı çok az ama bu ülkenin özgürlüğe ve hukuka her şeyden çok ihtiyacı var.
Yalnız şunu da hatırlatmam gerek: 17-25 Aralık darbe teşebbüsünü ABD destekliyor diye kendileri de alenen desteklemiş ve hâlâ özeleştiri yapmayarak pişkinliğe devam eden sahte liberal parti başkanları var. Hem bu darbeci tavırları yüzünden meczup hale düştüler hem de hâlâ utanmadan liberalizm adına konuşmaya ve sağa sola saldırmaya kalkıyorlar. Kimse de bunlarla ilgilenmiyor.
Liberal olmanın, özgürlükçü olmanın temel şartı ister Kemalizm, ister Gülenizm, ister ABD adına olsun, her türlü askeri ya da yargısal darbeye karşı çıkmaktır. Büyükada gibi, Sözcü gibi, Cumhuriyet gibi, Berberoğlu gibi özgürlükleri ihlal eden davalara karşı hukuku savunmaktır. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz.