Deniz Yücel muamması
GEÇEN sene 14 Şubat’ta ifadeye gittikten sonra tutuklanan ve dün tahliye edilen Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel’le ilgili durumu son derece tuhaf buluyorum.
Türkiye bu süreci başından itibaren yanlış yönetti. Onca zaman iddianame neden çıkmadı? Türkiye’nin hukuk devleti imajına zarar verecek şekilde bu süreç neden uzadı? Onca zaman çıkmayan iddianame alay eder gibi neden tahliyeden bir gün önce çıktı?
Almanya sürekli Yücel’in tahliyesini istiyordu. Tam da Merkel ile Başbakan Yıldırım görüştükten bir gün sonra mı verilmeliydi tahliye kararı? Bu kadar da denk gelir mi? Bu kararı verenler, yargının bağımsızlığını nasıl anlatacaklar? Neden tuttular, neden Türkiye ve Almanya başbakanlarının görüşmesinin ertesi gününde bıraktılar?
YURTDIŞI YASAĞI DA KALKTI
Öte yandan Alman devleti de son derece şüphe uyandırıcı bir şekilde düştü Yücel meselesinin üzerine. Tamam, kendi vatandaşının tutuklanmasını önemsiyor ama Deniz Yücel’i adeta uluslararası bir devlet krizine dönüştürdü. Aylarca İstanbul’daki konsoloslukta saklanması normal bir hadise midir? Meşale Tolu gibi başka Alman vatandaşları da tutuklandı ama kimse Alman devleti tarafından saklanmadı ve Yücel kadar büyük bir konu yapılmadı...
Kısacası Deniz Yücel, iki ülke arasında önemli bir yer işgal etti ve bundan sonra bir süre daha Almanya’da manşetlerde olmayı sürdürecek; çünkü hakkında yurtdışı çıkış yasağı konmadı ve ilk uçakla Almanya’ya dönüyor. Bu da başka bir absürtlük... Madem hakkında, tutuklanmasını gerektirecek kadar büyük şüphe vardı, ne oldu da yurtdışına çıkış yasağı bile konmaya gerek duyulmaz hale geldi? Artık duruşmalara gelmeyecek birini 18 yılla yargılasanız ne çıkar? Belli ki bu normal bir hukuk davası değil, iki devletin karşılıklı istihbarat ilişkilerinde detayları saklı tuhaf bir hadise...
*******
BU KARARI VİCDANIM KABUL ETMİYOR!
NAZLI Ilıcak, Ahmet Altan ve Mehmet Altan’la ilgili dün verilen ağırlaştırılmış müebbet yani eski düzene göre idam kararına denk olan hükmün açıklandığını duyduğumda kalbime bir şey saplandı sanki. Dev bir yük
geldi, göğsümün üzerine oturdu. İnanamadım, yüreğime anlatamadım. Çok üzgünüm. Vicdanım kabul etmiyor...
********
LOZAN’DA BU ADALAR YOK
DÜN Ege’deki Adalar sorunuyla ilgili yazdığım yazıya gelen mail’leri görünce bir noktayı yeterince vurgulamadığımı fark ettim. Hâlâ pek bilinmeyen bir husus var: Bahsi geçen ada ve kayaların Lozan’la bir ilgisi yok. Rodos ve 12 Ada, Osmanlı ile İtalya arasında yaşanan Trablusgarp Savaşı sırasında 1912’de İtalyanlar tarafından işgal edilmişti. Lozan’ın 15. maddesi bu adalar ile Meis’i İtalya’ya, 12. maddesi ise Gökçeada ve Bozcaada dışındaki Ege adalarını askerden arındırmak koşuluyla Yunanistan’a bıraktı.
Söz konusu adaların İtalya’dan Yunanistan’a geçişi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1947’de imzalanan Paris Anlaşması ile oldu. Ancak Paris Anlaşması’nda dünkü yazıda belirttiğim Stampalia, Rodos, Kharki, Scarpanto, Casos, Piscopis, Misiros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Simi, Kos ve Castellorizio adalarının yanı sıra bitişik adacıklar bahsi vardı ve tartışma da bu tanımın muğlaklığından kaynaklanıyor. Yani hangi ada ya da kayalar bu tanıma girer ya da girmez?
********
O GEMİ OLMASA KARDAK'TAN HABERİMİZ OLMAYACAKTI
Dün sevgili İsmet Berkan uyardı, onca gürültünün koptuğu Kardak’ın hikâyesi de galiba pek bilinmiyor. Bakın, altını çize çize hatırlatayım:
Kardak iki ıssız kayalıktan başka bir şey değildir! 1995’te bu kayalara bir ticari tekne oturmasa büyük olasılıkla Kardak adını ne Türkiye’de ne de Yunanistan’da bilen olacaktı. 25 Aralık 1995’te Figen Akad isimli bir ticaret gemisi o kayalara oturdu. O döneme kadar üzerinde hiçbir şey olmayan bu kara parçası kimseyi ilgilendirmiyordu. Geminin kaptanı, Yunan Sahil Güvenliği’nin kurtarma teklifini Türk karasularında olduğu gerekçesiyle reddetti. Bunun üzerine Türkiye’ye geminin kurtarılmazsa batacağı yönünde bilgi verildi. Ortaya çıkan bu muğlaklık nedeniyle Türkiye bu kayalıklarla ilgili genel bir sorun yönünde Yunanistan’a nota verdi ve görüşme istedi. Aradan iki gün geçtikten sonra Figen Akad gemisi Türk bayrağı çeken bir Yunan römorkörünün yardımıyla Güllük’e çekildi. Ancak gerilim başlamıştı bir kere. Aynı gün Türk ve Yunan jetlerinin taciz uçuşları sırasında bir Türk jeti Midilli açıklarına düştü. Türkiye Dışişleri Bakanlığı yeni bir nota vererek Kardak’ın Türk toprağı olduğunu bildirdi. Yunanistan ise başka bir notayla 1932’de kayalıkların İtalya’ya ait olduğunu Türkiye’nin kabul ettiğini gösteren bir protokolü hatırlattı. Daha sonra Türkiye bu protokolü tanımadığını açıkladı ve kriz bu şekilde derinleşirken şimdi üzerindeki silahlar nedeniyle tartışma konusu olan Kalimnos’un o dönemki belediye başkanı Dimitris Diakomihalis bir işgüzarlık yapıp Kardak’a Yunan bayrağı dikti ve kamuoyu da bu krizden böylece haberdar oldu.