Afrika turunun ardından...
4 ayaklı Batı Afrika turundan cumartesi günü sabah 06.00’da döndük. Cezayir, Moritanya, Senegal ve Mali... Cezayir ve Moritanya ayaklarını kısmen önceki yazılarımda anlattım. Cezayir’deki aşinalıktan, Moritanya’daki hiçlikten bahsettim. Sefaletin bile var olamayacağı bir hiçlikti gördüğümüz...
Moritanya’nın ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve beraberindeki heyetle birlikte Senegal’in başkenti Dakar’a geçtik. Meşhur rallisi dışında hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğim, Batı Afrika’nın incisi olarak adlandırılan, komşularına nispeten zengin, yaklaşık 16 milyon nüfuslu Dakar...
Havaalanından başlamak gerek. Dakar’ın uluslararası Blaise Diagne Havalimanı’nı Limak ve Summa şirketleri inşa etti. Aralık 2017’de açılışı yapılan alan, son yıllarda bölgedeki en önemli yatırım projelerinden biri. Moritanya ve Mali havaalanları ile kıyaslanamaz, aralarında çağ farkı var.
Dakar’a gece geç saatlerde vardık. Ertesi sabah Senegal Cumhurbaşkanı Macky Sally ile baş başa bir görüşmesi vardı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın. Sally, Türkiye ile ilişkilerine özel önem veren bir lider. Resmi dili Fransızca olan ve sömürge döneminin hâlâ büyük etkisi devam eden ülkede, Fransa’yı bir kenara koyacak olursak Türkiye’nin önemli bir yeri var. Senegal halkının yüzde 95’i Müslüman ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın burada karşılığı büyük. Gazetelerin birçoğunun ana konusu Erdoğan’ın ziyareti. Yollar, meydanlar onun fotoğraflarıyla kaplanmıştı...
***********
SEFALETİN TAM ORTASI VE BİR ÇOCUK
BATI Afrika turunun son ayağı Mali idi. Cuma sabahı yaklaşık 1.5 saatlik bir uçuşla başkent Bamako’ya vardık. Ne tuhaf... Zihnimde Mali diye canlandırdığım resimleri aslında Moritanya’ya inerken gördüğümü, uçak Bamako’ya doğru alçalırken fark ettim.
Başı, sonu olmayan çöl... Hep böyle hayal etmiştim Mali’yi. Bertolucci’nin defalarca izlediğim “Çölde Çay” filmi Timbuktu’da geçer. Hep merak ettim, yıllar boyu o çöle gitmek, hayatın ve ilişkilerin karmaşasını anlatan o hikâyeyi bulmak istedim. Oysa Timbuktu değil belki ama Mali’ye varmak üzereyken anladım ki gördüğüm hiç de hayalini kurduğuma benzemiyor.
Moritanya’daki çöl Bamako’da yok. Epey tepeli, çalılı hatta yer yer dağlık bir coğrafyanın ardından tipik bir üçüncü dünya kenti altımızda uzanmaya başladı. Şehre indik. Bu kez Nuakşot gibi bir hiçliğe değil, sefaletin tam ortasına indik!
UZAYLI KABİLENİN GÖSTERİSİ
Aman Yarabbi! Kapılar açılır açılmaz öyle bir sıcak çarptı ki yüzümüze... Termometre 38’i gösteriyor ama nem nedeniyle hissedilen en az 42!
Bamako Havaalanı’nda, o sıcakta kendimizi Afrika’nın derin kollarında bulduk. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eşi Emine Hanım için müthiş bir karşılama töreni organize etmişlerdi. Astronomi merakları nedeniyle “uzaylı kabile” olarak bilinen ve sayıları 250 bini bulan Dogonları temsilen gruplar gelmişti. Çubukların üzerinde yürüyen adamlar, dev maskeli dansçılar... Sanki bir film setine ışınlandık.
Kırmızı halının tam ortasına Cumhurbaşkanı için görkemli bir taht kurulmuştu. Askeri geçidin ardından o tahtta “Hoş geldin” seremonisi yaptılar. Daha sonra heyet resmi ziyaretler için ayrılırken bizler de kent merkezine gitmek amacıyla bizim için organize edilen otobüse geçtik.
Yapış yapış sıcakta koltukları naylonla kaplamışlar, içeride keskin bir parfüm kokusu ve havalandırmanın sesi var, kendi yok! Kısacası Mali’yi soluyarak 50 dakika Afrika’nın derinliklerine yol aldık. Vardığımız yer, baraka ve çamurların içinde oynayan çocuklardan ibaretti. Başka ne olsun? Dünyanın en fakir 3 ülkesinden biri Mali. Kişi başı gelir 780 dolar görünse de dağılımdaki adaletsizlikler göz önüne alındığında ortalama aylık kazanç 50 doları geçmiyor. Üstelik bunca talihsizliği fırsat bilip Boko Haram da faaliyet gösteriyor burada. Önceki yıllarda Batılı turistleri hedef alan saldırılar gerçekleştirildiği için basit bir kafeye girmek bile 3-4 aşamalı güvenlik kontrolü gerektiriyor.
PORSCHE’YE BİNEN KIZLAR
Bunca sefalet, bunca yokluk içinde, su içmek için girdiğimiz bir kafeden Porsche Cayenne marka arabalarına binmek üzere çıkan 2 genç kız gördüm. Tam yanlarında üzerinde pis bir pijama dışında bir şey olmayan dünyalar güzeli minicik bir çocuk, muhtemelen dünyadaki tek oyuncağı olan pembe bir süngerle oynuyordu... İnsanların tuvalet dahi bulamadığı, çoğunlukla sokakların tuvalet olarak kullanıldığı, evlerin tamamına yakınının barakalardan oluştuğu bir şehirde Porsche’ye kim, nasıl biner, nereden nasıl para kazanır?
***********
DAKAR’DA 1 GÜN
DAKAR, cumhurbaşkanlığı sarayı ve çevresini saymazsak fakir bir Afrika başkenti görünümünde. Saray büyük bir meydanda ve oldukça görkemli. Sarayın bulunduğu cadde üzerinde Batı tarzı kafe ve restoranlar mevcut ve yol denize kadar gidiyor. Senegal yüzde 95 Müslüman nüfusa sahip olsa da bu cadde, üzerindeki 2 büyük kilise ve Fransız mimarisiyle Hıristiyan bir ülke izlenimi uyandırıyor.
Senegal çevresine kıyasla daha hızlı gelişen bir ülke. Ralli ve deniz turizmi de var. Bu da halkı “uyandırmış”, o nedenle maalesef yabancı olduğunuzu anlayınca hemen yanınıza birkaç Senegalli genç geliyor ve siz isteseniz de istemeseniz de rehberlik etmeye başlıyorlar. Tabii hep birtakım dükkânlara yönlendirmeye çalışan bir rehberlik bu. Epey rahatsız edici açıkçası. Turizmin yan etkisi diyelim... Ben dev dalgalı sahili ve uçsuz bucaksız kumsalı bir kenara koyacak olursak Dakar’da kayda değer bir şey göremedim ama maalesef esas görülmesi gereken Goree Adası’ndaki Köleler Evi’ne de gidemedim. Orası çok ilginç bir yer.
***********
TÜRKİYE’NİN AFRİKA POLİTİKASI
GÖRDÜĞÜM kadarıyla Cumhurbaşkanı’nın Afrika ziyaretleri yer yer eleştiri konusu oluyor. Onu bu coğrafyaya çok sık gitmekle, burayla çok ilgilenmekle itham ediyorlar.
Hakikaten Türkiye enteresan bir ülke. Türkiye, Afrika gibi Batı’nın temel kaynak olarak gördüğü (ve maalesef hunharca sömürdüğü) coğrafya ile yıllarca ilgilenmemiş. Bu bahsettiğimiz ülkelerde elçiliklerimizin açılması son 10 yılın hikâyesi. Örneğin Mali’de 2010’da büyükelçiliğimiz faaliyete geçmiş. Keza Moritanya’da da öyle. 10 yıl öncesine kadar bu kıtada 11 ülkede büyükelçiliğimiz varken şimdi bu sayı 50’ye yaklaşıyor. Türkiye’nin gücü, yatırımları ve etkisi inanılmaz şekilde artıyor ve bu hem nüfuz hem de güç olarak geri dönüyor.
Durum böyleyken esas yıllarca Türkiye’nin Afrika’yı ihmal etmiş olmasının eleştirilmesi gerekmez mi? Erdoğan’a “Neden Afrika?” yerine “Neden daha önce değil?” diye sormak daha doğru değil mi?