Yola devam
ÇÖZÜM süreci ağır bir badire atlattı, ama yola devam kararı alındı. İmralı ile görüşecek heyet genişletildi. Her iki taraf da sürecin devamındaki gerekliliğin bir lüks değil, hayati bir gereklilik olduğu noktasında karar kıldı.
Bu iyi haber. Ama yaşanan hadiselerin çözüm sürecini sağlamlaştırdığı yolundaki tezlere katılmadığımı da belirtmeliyim. Zira çözüm süreci, çatışan unsurun “Silahlı mücadelenin miadı dolmuştur” noktasına gelmesiyle anlam kazandı, millet de barış iradesinin samimiyetine güvenerek çözüm sürecine kredi verdi. Dolayısıyla süreç ne kadar zarara uğratılırsa o kadar örselenir, güçlenmez, zayıflar. Kaldı ki devletin başta umudunu çözüm sürecine bağlayan Kürtler olmak üzere vatandaşlarını korumak gibi bir yükümlülüğü var. Bu yükümlülüğü aşındıran herhangi bir girişim, kamuoyunun desteğini alamaz ve barış fikriyle aynı yolda yürüyemez.
Tam da bu nedenle çözüm süreci kaldığı yerden devam etmiyor.
Bir üst perdeden devam ediyor: PKK militanlarının sınır dışına çekilmesi yeterli değil artık, silah bırakmak şart. Gerçekçi olmak gerektiğinden bu şartın Türkiye sınırlarının içiyle kayıtlı olduğunu söyleyebiliriz.
Bu arada olumsuz hadiselerin sorumluluğunu başlı başına çözüm sürecine yıkanlar da haksızlık ediyor. Sürecin türbülansa maruz kalmasının nedeni, devletin “Süreç yürüsün” diyerek KCK’nın, HDPnin suiistimallerine göz yumması değildi. Süreç, ABD’nin Kobani’ye duyduğu aşırı ilginin PYD ve PKK saflarında doğurduğu heveskârlıktı.
Hatadan dönülmüş görünüyor. Bir kez daha kalıcı bir barış tesisi için yola revan...
OBAMA VE DANIEL PIPES'IN PİŞTİ OLDUĞU YER
OBAMA’ya yakın bir düşünce kuruluşu olan Center for American Progress, 3 yıl önce İslamofobik oluşumları teşhir etmek için bir rapor yayınladı. Fonları milyonlarca doları bulan düşünce kuruluşları için “korku tüccarı” ifadesini tercih eden rapor “Fear, Inc.” başlığını taşıyor. (http:// cdn.americanprogress.org/wp-content/uploads/ issues/2011/08/pdf/islamophobia.pdf)
Raporda adı geçen korku tüccarlarından biri Daniel Pipes’tı. Aynı zamanda Norveç katili Anders Behring Breivik’in manifestosunda en çok alıntılanan 3. kişi olan Daniel Pipes, 2013’ün aralık ayında Suriye üzerine iki yazı yazdı. Yeni Şafak Gazetesi’nde de yazılarını gördüğüm İbrahim Seral Köprülü söz konusu yazıyı Twitter’da paylaştığında yeniden hatırladım ve Pipes’ın önerilerinin bugünlere resimaltı olacak türde olduğunu fark ettim.
Middle East Forum’un da başkanı olan Daniel Pipes’ın 2013 Nisan’ındaki ilk yazısı “Esad’ı destekleyin” başlığını taşıyordu. Aralık ayında ise şunları söylüyordu: “Nisan 2013’te, biraz eksik bir şekilde ‘Esad’ı destekleyin’ başlığını taşıyan bir makale yayınlamıştım. Bunun yerine ‘Suriye iç savaşını hangi taraf kaybediyorsa onu destekleyin’ diye bir başlık atmak daha iyi olurdu.” Nisan yazısında ise cihatçıları desteklemek gerektiğinden dem vuran Pipes, tutumunu şöyle açıklıyordu: “Biz, kazanması umuduyla değil, diğer tarafın kazanmasını engellemesi umuduyla bir tarafı desteklemeliyiz.”
İşin ilginç yanı şu ki, Obama’ya yakın bir kuruluş tarafından daha 3 yıl önce “korku tüccarı” olarak nitelenen Daniel Pipes’ın önerileri, bugünden geriye bakıldığında Obama’nın Suriye politikasıyla bire bir örtüşüyor. Neo-con’lara yakınlığıyla bilinen ve Amerika’da İslamofobik bir farkındalık(!) oluşturmak için çalışmalar yapan adamın görüşleri, 2012’den beri ABD’nin resmi politikası haline gelmiş durumda.
ABD hangi taraf sıkışırsa o tarafa suni solunum yapıyor. Bu yolla her ikisi de anti ABD ve anti Siyonist olan ve militanlaşmaya meyyal Şii ve Selefi yekûndan bir şekilde kurtulmayı, sahayı “temizlemeyi” amaçlıyor olsa gerek. Tabii bu arada nüfuz alanı İran’dan çok daha geniş bir sahayı kapsayabilecek olan Türkiye’nin yürüyüşünü durdurmak da mümkün hale geliyor ki, ABD için bunun asıl hedef mi, yoksa yan kazanım mı olduğu konusu giderek flulaşıyor.
Kobani olaylarını vesile yaparak IŞİD’i keşfetmesini(!), Türkiye’yi IŞİD zalimliğinden sorumlu tutmaya yeltenen yaklaşımını, PYD-PKK çizgisini Türkiye’nin çözüm sürecini erozyona uğratacak bir heveskârlığa sürüklemesini hatırladığımızda, Erdoğan’ın “üst akıl” dediği mekanizmanın ABD olduğunu düşünmemek için hiçbir sebep kalmıyor doğrusu.