Velev ki Tahşiyeciler dünyanın en kötü grubu olsun...
TÜRKİYE hem iftiraya hem operasyona maruz kalan Tahşiyecileri ve âmâ şeyhi Mehmet Doğan’ın evine yerleştirilen delilleri konuşuyor. Ancak hâlâ paralel evrende yaşayan bazıları ise Mehmet Doğan’ı ve Tahşiyecileri El Kaide ile ilintileyip “İşte Erdoğan’ın, işte hükümetin korumaya çalıştığı grup. Yeni Türkiye’nin yöneticileri, Hizmet’i boğmaya çalışıyor, gidip El Kaide’ye yakın bir topluluğun haklarını korumaya çalışıyor” diyerek tezvirat yapıyor. Hizmet medyasında kalem oynatan yazarları, tanınmış muhabirleri filan da bu dili kullanıp, bu sözde savunma ve haklı çıkma argümanının peşinden koşuyor.
Tümüyle hatalı bir perspektif. Birincisi bu tezviratı, cımbızlanmış bir konuşma kaydına dayandırılarak yapıyorlar, oysa konuşmanın bütünü timeturk.com’da yayınlandı, lanse edildiği şekilde sorunlu bir durum olmadığı anlaşılıyor.
İkincisi, burada kimse Tahşiyecileri korumaya çalışmıyor, övmüyor, temize çıkarmıyor. Velev ki, Tahşiyeciler El Kaide’ye yakın olmayı bırakın, El Kaide’ye göbekten bağlı bir grup olsun. Bu durum bile, Ergenekon soruşturmalarında “bulunan” silahların aynısının bu grubun evinden de çıkabiliyor oluşundaki garabetin görmezden gelinmesini gerektirmez. Tahşiyeciler ya da başkası, toplum için fesat kaynağı ise eğer, onun faaliyetlerini durduracak, kontrol altına alacak olan şey, makbul sayılan bir cemaat liderinin talimatı değil devletin iradesi kendisine ait kurumları olmalıdır. Bu olan biten insana ister istemez, Tahşiyeciler’in tekil bir örnek olmayabileceğini de düşündürüyor.
Yüzlerce ismin dinlenilmesine mazeret teşkil etmek için açılmış Selam Tevhid soruşturmasının çıkış kaynağı Akabe Vakfı ve Mustafa İslamoğlu’nun çalışmalarıydı mesela. Mustafa İslamoğlu 17-25 Aralık sürecinde çıkıp konuşmuş, Hocaefendi’ye yaptığı bir eleştirinin akabinde başına gelmeyenin kalmadığını anlatmıştı.
İki gün önce de Hizb-ut Tahrir adıyla bilinen ve “Köklü Değişim” adında bir dergisi bulunan; radikal görüşleri olmakla beraber şiddete, çatışmaya hiç bulaşmamış olan bir grubun İstanbul temsilcisi Mahmut Kar, şu açıklamaları yaptı: “2004, 2005, 2009, 2011 ve 2013’te birçok ilde eşzamanlı operasyon yapıp yüzlerce kişiyi gözaltına aldılar. Polis, Hizb-ut Tahrir üyeleri hakkında öyle yalan ve uydurma deliller ile soruşturma yürüttü ki, Ergenekon ile ilişkisinin olduğu iftirasını bile atabildi. Siyasiler bugün nerede duruyorsa o gün de oradaydı. Devletin yanında. O gün medya ise Hizb-ut Tahrir’e karşı başlatılan karalama kampanyasına topyekûn ortak oldu.” Mahmut Kar, son 10 yıl boyunca maruz kaldıklarından dolayı hükümetin sorumluluk almaktan kaçınamayacağını iddia ediyordu.
İHH da, yardımlaşma derneği olmakla beraber sosyal alanı tahkim edebilme yetisi olan bir grup ve yakın geçmişte hem konvansiyonel hem de sosyal medyada Hizmet’e mensup kişilerin pek çok tezviratına muhatap oldu. Takibata uğradı, karalanması için uğraşıldı. Bayırbucak Türkmenlerine giden yardımı taşıyan MİT TIR’larının silah taşıdığı iddiası özellikle İHH ile birlikte zikredilerek algı oluşturulmaya çalışıldı. TIR’ın İHH’ya ait olduğu bile söylenmişti.
Bir de Cübbeli Ahmet’in enteresan suskunluğu var. Hatırlanacağı gibi önceleri dinlerarası diyalog çalışmaları üzerinden sık sık Gülen’e eleştiriler yöneltirdi. Sonra internete bir kadınla beraberken çekildiği anlaşılan görüntüleri düştü. Hocanın dışarıdan getirilen bazı yabancı kadınlarla gayri meşru ilişkiler yaşadığı iddiası, bu görüntülerle birlikte servis edildi. Kendisi ve cemaati ortada bu türden yabancı kadınlarla nikâhsız ilişkilerin filan olmadığını, görüntülerin Cübbeli Ahmet’in bilinen, nikâhlı ilişkisinin gizlice kayda alınması marifetiyle oluşturulduğunu söyledi. İddia odur ki, Cübbeli ortaya saçılan bu görüntüler nedeniyle paniğe kapılmış ve bunları yapanın kim olduğunun bulunması amacıyla Karagümrük Çetesi diye bilinen örgüt dahil bazı mafyavari oluşumlarla irtibata geçmişti. Derken “mafyayla ilişkilerinin polis takibine takılması” gerekçesiyle içeri alındı. Hatırladığım kadarıyla cezaevindeyken Gülen Hoca ile aralarında Cübbeli Ahmet’in taltif edici sözlerle övüldüğü kitap, mektup alışverişleri oldu. Daha sonrasında ise Cübbeli Ahmet özgür kaldı. Arada neler olduğu, neler yaşandığı konusu ise hâlâ meçhul.