Göze göz
BU yıl 14 Şubat’a, olabilecek en kötü “kadın-erkek” hikâyesi damga vurdu. Damga ne kelime, karardık. Kalbimiz, üzerine çöken öfke bulutuyla darlanmakta.
Özgecan Aslan okulundan çıkmış eve gidiyordu. Şoför Suphi A. güzergâhı değiştirince bir terslik olduğunu anladı. İtiraz etti. Minibüs durdu. Suphi A. tecavüze yeltenince Özgecan çantasındaki biber gazını kullanmaya çalıştı. Suphi A.’nın yüzündeki tırnak izlerinden genç kızın çaresizce direndiği anlaşılıyor. Kurtulmak için sarf ettiği çaba yetmedi. Önce bıçaklandı, sonra başına demir çubukla vuruldu.
“Korkunç” demek hafif kalıyor. Tek teselli, Özgecan’ın yanarak can vermediği ihtimali. Cani ve şürekâsı, bedenini yani kanıtları ortadan kaldırmak için Özgecan’ı yakmaya karar verdiğinde genç kız muhtemelen çoktan ölmüştü. Bıçak ve başına aldığı darbe nedeniyle, sadece kadın olduğu için hayatına kıyılan “insanlar” kervanına katılmıştı çoktan.
Hâkimler yıllardır “Ama canım o da cilve yapmış” yahut “Geç vakitte zanlıyla buluşmaya gitmek tahriktir” gibi olgular ve cinsiyetçi varsayımlar üzerinden kadına yönelik tecavüz ve tecavüz sonrası cinayet eylemlerine ceza indirimi uygulayıp duruyor. Tek suçu okuldan çıkıp eve gitmek olan, hatta biber gazıyla dolaşan Özgecan’ın katili için de bir şeyler düşünecekler midir?
20 yaşındaydı Özgecan. Psikoloji okuyordu. Allah bilir ya, her saf, iyi, insanlığa dair umut taşıyan genç gibi, yeterince ışık görürse karanlık bir dehliz kalmayacağına inanıyordu insanın içinde. Hiçbir mumun aydınlatamadığı bir mağara tarafından yutuldu.
“O kadar modernlik berhava mı oldu” diyor insan. Gelişiyorsun, medeniyetler kuruyorsun, icatlar yapıyor, uzaya uydular yerleştiriyorsun, ama “İsterim alırım, alamazsam öldürür öyle alırım” diyen biri, şeytanın bile demode bulacağı bir karanlığın en ilkel yerinden kafasını uzatıveriyor.
Kötülüğün en saf hali, haliyle adalet talebinin de en pür, en keskin şeklini davet ediyor. Dün sosyal medyada en çağdaş, en laik, en modernler bile “Tek çözüm var. O da idam cezasının geri gelmesi” diyordu. Mevzunun politikleşmesi kaçınılmazdı, öyle de oldu. Meseleyi cinsel açlığa bağlayanlar ve “Cinsel açlığın Afrika’sıdır Türkiye” gibi özlü sözler şahlandırıp tüm bunların nedeninin kadın-erkek ilişkilerinin yeterince serbest olmasına imkân tanımayan muhafazakârlıktan ve onun iktidarından kaynaklandığını söyleyenler de oldu. Bu türden bir barbarlığın nedeni cinsel açlık olsaydı, cinsel açıdan yeterli doyuma ulaşan Batılı liberal toplumlarda tecavüz ve kadın cinayeti yaşanmazdı. Ama yaşanıyor.
Gerçek şu ki, “cinsel açlık” gibi mazeretler sadece tecavüz suçunu meşrulaştırmaya yarar. Zira cinsel ihtiyaç öyle ya da böyle rızaya ihtiyaç duyan bir gereksinim. Tecavüz suçunda ise cinsel ihtiyaç sadece tetikleyici; asıl motivasyon “boyun eğdirme”, “hükmetme”, “gücünün neye yettiğini görme” dürtüsü.
“Boyun eğdirme” dürtüsünün adını koymak kolay ama tedbirini almak, önlemek nasıl mümkün olacak? Hemen her erkekte pasif ya da agresif türevleri, irili ufaklı belirtileri olduğundan, hatta erkeklik kimliği az çok bu nitelikler (güç, kudret, tahakküm) üzerine kurulduğundan, belirtilerden olağan şüpheliye varmak kolay değil. Boşanmak isteyen karısını taciz eden erkeği denetim altına alabilir, önleyici tedbirler geliştirebilirsiniz. Ancak Özgecan’ın maruz kaldığı türde sırf o gün minibüste olduğu için yaşanan hadiselerde faili önceden belirleyip toplumdan yalıtmak, şimdilik sadece Minority Report gibi filmlerde mümkün.
Ancak yapılabilecek şeyler var.
Kadını, erkeğin iktidar alanı olarak gören mantık acilen rehabilite edilmeli.
Her toplumsal sorunu kadını sorumlu göstererek açıklayan kasaba vaizi kılıklı adamların ve kadınların kitlelere erişimi kısıtlanmalı.
Suç işlendikten sonra ise suçluya “benzerleri” için caydırıcı olması bakımından esaslı bir ceza verilmeli.
“Anladıkları dilde” cezadan bahsediyorum. Sadece manevi olarak değil, fiziksel olarak da diyet ödemeleri, yalnız bir kadına yeten güçlerinin toplum vicdanına boyun eğdiremeyeceğini anlamaları gerekiyor.
Hatırlamak lazım: Toplum vicdanının adaleti yerine getirme görevi verdiği, toplum iradesinin somutlaşarak yetkiye dönüştüğü “devlet” böyle zamanlar öngörülerek icat edilmişti.