Her nefis bir gün hack'i tadacaktır
BİR süredir Twitter’ı sadece yazı paylaşmak ve olanı biteni izlemek için kullanıyordum. Yeter derecede önlem aldığımı sanıyordum, meğerse tedbir sandığım önlemleri aşmak çocuk oyunuymuş. Ve şimdi yazımı yazmak için cep telefonumu kullanmak zorundayım.
Oysa hazır olmalıydım, her linki tıklamamalıydım filan. Çözüm sürecinde, Gezi olaylarında, 17/25 darbesinde küçük de olsa bir rol alanların başına türlü şeyler gelirken sıranın bana da geleceğini tahmin etmek zor değildi. “Kabataş görüntülerini izledim, ah çok korkunçtu” ya da “Öcalan bize gerçekleri gösterdi, ah çok şirindi” dediğimi iddia eden caps’lerle daha önce de karşılaşmıştım. Hatta Twitter’ı pek de aktif kullanmayan aile üyelerimin hesabına girip uygunsuz sitelerden retweet’ler yaptırtan, sonra onların ekran görüntüsünü alıp dolaştıran bir sibersapık zihin daha önce de zilimizi çalıp kaçmıştı. Ama son olay daha sofistike oldu.
Görmezden gelmenin failleri ödüllendirme ihtimali var. O yüzden belki tam da gözünün içine bakmak lazım.
Hangi toprağın solucanı olduğunu kestiremediğim biri/birileri, hesabımı hack’leyip “fare düşse başı yarılır” denilecek türde ıssız bir ortama duhul ettiklerini anlayınca doğaçlama yapmışlar. Özetle milletvekili olmak isteyen ama teklif almadığı için(!) Davutoğlu’na ithamlarda bulunan bir profil 5 dakika döktürüp şahsi bilgiler de vermiş. Aptalca görünen ama dikkatle bakıldığında yarım kalmış bir amaca mebni olduğu anlaşılan bir girişim. Erdoğan- Davutoğlu arasında yaratılmaya çalışılan suni kamplaşmayı “Bakın bakın iş koltuğa pastaya filan gelince nasıl da çözülüyorlar” imajıyla perçinleme hırsı köşe yazarlarının kıyılarına vuracak denli şedit. Amatör heveskâr harf karakterlerini uyduramamış ve hazırladığı senaryoyu tam aktaramamış ama üzülmesin. Pırıltı var.
Latife bir yana, bunlardan yakınmak içinden geçmekte olduğumuz dönemde abesle iştigal. İyi bir gazetede yazıyorsanız, yeni Türkiye’ye dair bir umudunuz ve tavrınız varsa, dünya görüşünüze yakın olan parti şansa bakın ki iktidarsa ve “Aaa iktidar oldun bittin, ben CHP’ye gidiyorum” gibi kafa konforu garanti olan bir “İlle de muhalif olalım” dürtüsüne yelken açmayı manasız buluyorsanız, ama (üstelik) zaman zaman kendi politize olmuş mahallenizle çelişmeyi de göze alıyorsanız, kadınsanız, Türkiye’nin geçmekte olduğu döneme bavullarla değil, “bu ülke” sevgisiyle, inanç merkezli bir usturlapla eşlik ediyorsanız, bütün bunların dışında hayatınızın filmlerden, kitaplardan, müzikten ve güzellikten oluşan tek kişilik kozasında, kimsenin elinizden alamayacağı bir tatmin duygusuna sahipseniz, bir de Erdoğan’a sövmüyorsanız, eh daha ne olacak, suçlusunuz ve hatta ölmeniz lazım.
Muhafazakâr kadın köşe yazarlarının çoğu aynı durumda ve hepsi durumun farkında olmanın serinkanlılığı içinde, sabredip yollarına devam ediyorlar.
Dolayısıyla bu zevzekliği konu etmemin nedeni münferit hadise değil. Beni düğün değil, düğün şarkıcısı ilgilendiriyor. Sahneye davet eden psişik şantöz.
Ne zaman ne türden bir zemin oluşursa oluşsun ismimi Kabataş’ın üzeri çıplak deri eldivenli erkek fotoğraflarının yanına yapıştıran ruh emici birkaç arsız “görevli”nin bitmek bilmeyen motivasyonunu manidar buluyorum. Günün sonunda üzerimizde tepinenin israrla aynı muhteris kişiler olması ile onlara karşı yaptığımız suç duyurularının asla davaya dönüşemiyor olması arasında bir illiyet bağı olsa gerek.
Ayrıca biliyorlar ki ülkede diktatörlük filan yok. Biliyorlar ki hiçbirimiz hukuk dışında herhangi bir yolla hesap sormaya, bu seksist saldırganlara kendi imkânlarımızla bedel ödetmeye yeltenecek insanlar değiliz.
O halde modaya uyalım. Kendi edebimizi bize karşı koz haline getirenlere bir mülaane de biz önerelim diyorum. Ama yeni sürüm olsun, konu Kabataş. İçinden “Deri eldivenli üzeri çıplak adamlar geliyordu” ifadesi geçen tek bir cümlemi gösterebiliyorsanız Allah beni kahretsin. Gösteremiyorsanız siz yine de sağlık ve afiyette olun.
Bakın, siz hiçbir şey kaybetmiyorsunuz.
Açıkçası ben de “Büyüklük bende kalsın” türünde old school tarzı bir ağırlık yarışına girmek için yapmıyorum bunu.
Sadece bir şey deniyorum. Az da olsa utanma kalmış mı, şerefe, onura dair bir gölge? Onu merak ediyorum.