Gelecek 24 Nisan'a kadar rahat mıyız?
ÇANAKKALE anmaları bütün görkemiyle tek bir kavramın altını çizmeye odaklanmıştı: Dostluk.
16 devlet başkanı, 3 parlamento başkanı, 3 cumhurbaşkanı yardımcısı, 5 başbakan, 1 eski cumhurbaşkanı, 28 bakan, 6 uluslararası örgüt genel sekreteri olmak üzere 90’a yakın ülkeden üst düzey konuğun katıldığı törende Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu sözlerle dile getirdi Türkiye’nin Çanakkale mesajını: “Burada, bir araya gelen tüm ülkeleri, savaş yüzyılının çağrısının sona erip barış yüzyılının başlaması çağrımızın muhatabı dostlarımız olarak görüyorum. Dünyanın bu mesaja gerçekten çok ama çok ihtiyacı var. Ortak acıları, yeni düşmanlıklar üretmeye değil, barışın, sevginin ve yeni dostluğun temelleri için paylaşmamız gerekiyor.”
Aynı saatlerde Erivan’da da soykırımın 100. yılı için düzenlenen tören devam ediyordu. Ermenistan’ı anlamak mümkün. Türkiye ne yaparsa yapsın, Sarkisyan geçim kaynağı olan diaspora Ermenilerinin sözünden dışarı çıkamaz.
Diaspora Ermenileri ise özellikle Batılı ülkelerde misyonları, faaliyetleri oranında moral ve siyasi üstünlük kazanabildiklerini bilmekteler. “Türkler, Ermenilere soykırım uyguladı” tezini ne kadar iyi savunurlarsa o kadar değer gördüklerinin bilincindeler ve bulundukları ülkelerdeki şanslarını, söz konusu siyasi pazarlık kozları sayesinde elde ettiklerinin farkındalar. Rahmetli Hrant Dink az uğraşmadı bu topluluklarla. Dink’in tezi, “Ermeniler ve Türkler bu konuyu kendi aralarında çözmeli. Aramıza girmeyin” şeklindeydi.
Haklıydı.
Daha geçtiğimiz hafta NYT’de yayınlanan Tim Arango imzalı bir yazı bile, içerdiği maddi hatalar ve sergilemekten kaçınmadığı “art niyeti” ile, Ermeni acılarının Türkiye’yi kara bir lekeyle, yaftayla dolaşmaya mahkûm etmek için kullanılmak istendiğinin somut deliliydi. Yazı, olayların birirnci dereceden sorumlusu olan Enver Paşa’nın okul kitaplarında övüldüğünü, yüceltildiğini iddia edecek kadar asılsız yalanlar içermekle kalmıyor, yazar Türkiye’nin Ermenilere ilişkin perspektifi 1915’tekiyle aynı imiş gibi davranıyordu. Van Akdamar Kilisesi’nin büyük bütçeli restorasyonundan ve ibadete açılmasından bahsetmediği gibi, AK Parti hükümeti tarafından alınan “vakıf mallarının gayrimüslimlere iadesi” gibi kararlardan faydalanan Ermeni topluluğunu da yok sayıyordu.
Batılı devletlerin kendi ellerindeki kana bakmadan 1915 olaylarını Türkiye Cumhuriyeti’ni tariz ve terbiye etmek için kullanmaları devam ettikçe sorun çözülmeyecek. Birtakım Türkler hiçbir şey olmamış gibi yapmaya devam edecek, Sarkisyan, Cansu Çamlıbel’e verdiği röportajda yaptığı gibi Ermeni çetecilerinin yaptığı katliamları “Birkaç köyün yeri değişmiş olabilir” diye inkâr etmeye devam edecek ve Ermenistan halkının sınır kapılarının açılmaması nedeniyle yaşadığı mağduriyet sürecek.
Türkiye, cumhuriyetin kurulmasına giden yolun ve aktörlerin teberrüz etmesini mümkün kılan Çanakkale Savaşı zaferini acıların ve kötü hatıraların aşılmasına vesile kılmak istiyor.
Çanakkale anma töreninin, Erivan’da yapılacağı bilinen 100. yıl törenine, 24 Nisan’a denk getirilmesi bir “yarış” mı? Saygısızlık mı?
Bence değil, hatta bilakis, bir mazeret bildirimi bu. Bir anlayış beklentisi.
Türkiye, “1915’te yaşanan trajedinin, İttihat ve Terakki zihniyetinden sadır olan kötü kararların farkındayız, üzgünüz, ama katil ya da şerefsiz bir millet değiliz. Bakın o tarihte Çanakkale vardı, ölüyorduk, parçalanıyorduk, dağılıyorduk, anlayın ve hadi barışalım artık” diyor. Güzel bir mesaj, naif bir beklenti. Olabilir ama yetersiz. Şahsen ben her 24 Nisan’ı, “ABD Başkanı ‘soykırım’ diyecek mi?” telaşıyla karşılayıp sonrasına “Oh, bu yılı da atlattık” rahatlığı ve “barış temennileriyle” geçiştirmeyi yanlış buluyorum.
Türkiye her ne yaptığına inanıyorsa onunla tam ve eksiksiz biçimde yüzleşmek zorunda.
Ayrıca barış temenni ederken de, karşı tarafın hafızasına ve vicdanına güvenmekten vazgeçmeliyiz artık. 1821-1922 yılları arasında gerçekleşen olayların tamamından; Sırpların ve Yunanlıların bağımsızlıklarını kazanmaları sırasında yapılan Türk soykırımından, 1912-1913 yıllarında Balkan savaşları sırasında olanlardan, 1916-1918 yılları arasında Doğu Anadolu’da katledilen Anadolu insanından dolayı özür talep etmenin vakti geldi de geçiyor. Avrupa’da yaşayan beş buçuk milyon Türkçe konuşan insanın nereye gittiği sorusunun sorulmasının vakti geldi de geçiyor.