Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MISIR’ın sandıktan çıkarak iktidara gelen Özgürlük ve Adalet Partisi devrildiğinden bu yana İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) idam cezalarıyla sınanıyor. Hareketin lideri Muhammed Bedii’nin idama mahkûm olması, Muhammed Mursi hakkında da böyle bir cezaya hükmedileceğinin göstergesiydi. Sonunda o da oldu.

        Darbeci yönetimin gözünü öylesine kesif bir kin bürümüş ki, uzun zamandır Mısır’da bulunmayan son derece yaşlı ve âlim kabul edilen Yusuf el Karadavi’yi de aradan çıkarmak istemiş.

        ABD’den gelen tek ses: Kaygılıyız. O hep kaygılı. Bir ara, ele güne rezil olma “kaygısıyla” Mısır’ın askeri yardımlarını askıya aldı. Ama Sisi, ABD’nin rakip saydığı yerlere meyledince yardımları yeniden aktarmaya başladı.

        Utanmazca iftiralar dolaşımda. Birileri kimbilir hangi nedenle öldürülmüş adamların görüntülerini, “Mursi için idam kararı veren mahkemenin hâkim ve savcıları infaz edildi” diye dolaştırıyorlar. Oysa görüntüler Sana’dan. Kahire ve Sana arasında saatler var, o hâkim ve savcıların kararın verildiği gün Sana’ya geçmeleri ve infaz edilmeleri mümkün değil. Darbeye giden günlerde de, Selefi Nur Partisi’nin ortaya attığı sapıkça bir tartışmayı Mursi yönetimine hamletmişler ve darbeye meşruiyet sağlamaya çalışmışlardı. İftira, darbecinin göbek adı.

        Herkes her şeyi gördü. Biner biner öldüler Rabia’da. Şimdi yüzyılın en pespaye mahkemesinde yargılanıyorlar ve idam yolundalar. Bedii, Mursi ya da El Karadavi; eğer isteselerdi, takipçilerini, sevenlerini, gözlerinde taş büyüklüğünde damlalar birikmiş, kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış onca insanı, Ortadoğu ve Afrika’nın gayet alışık olduğu bir şeye, “Zulmü bertaraf etme yoludur” diyerek silahlı mücadeleye teşvik edebilirlerdi. Ama yapmıyorlar. Kaderleri, Mısır Müftüsü Şevki Allam’ın iki dudağı arasında, öylece duruyorlar. Öylece durarak, bir duruş inşa ediyorlar. Kendilerini İslam kardeşlerinin desteğine ve insan kardeşlerinin insafına bırakıyorlar.

        Şiddete, silaha, kan dökmeye karşı takındıkları şiddetsiz ve silahsız tutum, her Allah’ın günü şiddet ile, silah ile İslam arasında özdeşlik kuran edepsizlere bir şey söylüyor mu? Dünya bunu görüyor mu?

        Ölüme yürüyüşteki bu hazin asaleti, bu tek başınalığı, bu vazgeçişin anlamını anlayabilen var mı? Anlasalar bu insanların aldığı her yarada kikirdeyerek dönüp “Ne oldu? Mısır’ı niye kurtarmıyoruz? Tayyip gidip alsa ya Mısır’ı? Keh keh” yaparlar mı?

        Darbe ile derdest edilen binlerce insanın, hakkında idam kararı verilen yüzlerce Müslüman Kardeşler üyesinin gasp edilen haklarına dil olmak, uğradıkları haksızlığa karşı ses yükseltmek neden sadece bir-iki kişinin görevi olsun?

        Bu haksızlıklara karşı olmak için insan olmak yetmez mi?

        Acaba o noktada mı bir sıkıntı var? İnsan olmak bu kadar zor mu?

        Ya kalbinin Rabia’da attığını söyleyen İslam kardeşlerimiz, biz, bize ne oluyor?

        Darbeyi sindirdik, Rabia’da ölenleri artık mesele etmiyoruz ve Mursi’nin idam kararını da Hürriyet Gazetesi’nin web sayfasında yer alan “Yüzde 52 ile iktidara gelen cumhurbaşkanına idam kararı” başlığının unutulan tırnak işaretlerine sıkıştırdık.

        Bu kadar mı, bitti mi?

        Mısır’da olanlarla iç politikaya yaradığı oran ve düzeyde mi ilgileneceğiz?

        Yenişafak Gazetesi’nin 24.05.2015 nüshasında Merve Şebnem Oruç şöyle sormuş: “Türkiye’den (bu mesele ile ilgili) uluslararası kampanya düzenleyecek bir sivil hareket çıkabilir mi? Yoksa bunu da Tayyip Erdoğan’ın veya Ahmet Davutoğlu’nun mu yapmasını bekler STK’larımız?”

        Doğru bir soru.

        İslami hareketin duyarlı olduğu konuların devletimizin en tepesindeki isimler tarafından taşınması, bölgenin mazlumlarının içine su serpen mucizevi bir gelişme oldu. Ama Türkiye’deki sivil hareketleri de atalete alıştırdı. “Nasılsa Erdoğan çıkar bir şey söyler ve bizim sesimizi, bizim yapabileceğimizden çok daha ileri taşır” diye özetlenebilecek bir atalet.

        Oysa bu yanlış bir bakış.

        Unutmayalım ki Recep Tayyip Erdoğan devletin başı. Resmi devlet adamı. Nasıl ki devletin yeri sivil ile ikame edilemezse, tersi de geçerli, sivilin işini devlet yapamaz. “Her şeyi devletten beklememek lazım” özlü sözünü hatırlamak kâfi. Her şeyi Erdoğan’dan beklememek lazım.

        Diğer Yazılar