PKK'ya da Erdoğan mı talimat veriyor?!
Selahattin Demirtaş, cumhurbaşkanlığı seçimini yürütürken de çok makul biri değildi, lakin yine de bir umuttu. Çözüm sürecinin geldiği noktayı sembolize ediyordu. Türkiye artık öyle bir yerdi işte: Kürt siyasi hareketi adına ölen-öldüren bir yapının bile kendisinden razı olduğu, bu yapıyla kol kola olmakla beraber yapıyı siyasete entegre ederek barışı getirebilme “ihtimali” olan bir partiden çıkan bir şahıs, devletin en tepesindeki makama talip oluyor, adaylığını koyuyordu. Aldığı oy sayısından bile önemli bir mesajı vardı bu olayın. Çünkü bu olay, devlete isyan eden bir örgütün ve ona kol kanat geren insanların bile “Biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden razı olmaya geldik, günahımızla sevabımızla bu ülkenin parçası olmaya geldik” demiş oluyordu.
7 Haziran sürecinde ise rota değişmişti. HDP Türkiyelileşmiyor, sadece beyaz Türk- Türk solu-eski vesayet unsurlarıyla sosyalleşiyordu. Demirtaş’ın kampanyası, Erdoğan’a duydukları sevgi yüzünden çözüm sürecini bağırlarına basmış AK Parti ya da AK Parti’ye yakın kitleleri de hayrete düşürdü. Demirtaş, Diyadin’de askerle çatışan PKK unsurlarının da, Diyarbakır’daki patlamayı da devlete ve özellikle Erdoğan’a fatura ediyor, AK Parti yönetimini IŞİD’le işbirliği içinde gösteriyor, çözüm sürecine inanan insanlarla HDP tabanı arasındaki bağları koparıyordu.
Sonuçta emanet oyları aldı, tezviratla AK Parti’den oy çekmeyi de başardı, ama koalisyon görüşmelerinin yapıldığı masada kendisine yer bile bulamadı. Oylarını artırmış bir parti olmasının gerektirdiği meşruiyete kavuşamıyor, çünkü eli kanlı PKK’yı bir türlü karşısına alamıyor. Hâlâ sadece “PKK elini tetikten çekmeli” diyor. “Silah bırak!” teklifi ve çağrısı bile zevahiri anca kurtaracak iken! 7 Haziran öncesindeki havasına bakanlar, Kandil’i de bir el hareketiyle durduracağını, artık Türk, Kürt, Laz, Çerkez demeden Türkiye’deki barışın ve demokrasinin HDP’den sorulacağını filan sanmışlardı. Oy verdikleri partinin Kandil’e vantrilok, feci demagog bir parti olduğunu henüz anlıyorlar.
Demirtaş ise “Suruç, Saray gladyosunun işi” gibi ipe sapa gelmez, hiçbir kanıt olmadan “üfürülmüş” ne ahlak, ne insaf barındıran laflarla alan doldurma çabasında. Sonradan ağız değiştirip “Ben Erdoğan demedim, Saray dedim” sularına seyirtti. Ne tuhaf? Saray’da Erdoğan’dan bağımsız ve kendi başına hareket edebilen bir gladyo varsa bunun “haber değeri” diğer tüm konulara galebe çalar. Normal şartlarda böyle büyük bir iddian varsa tüm enerjini buraya verir, kanıt getirirsin, “Kanıtım yok ama çok eminim” demezsin.
Ama konu PKK’nın düdük çaldığı yerde Selahattin’e U dönüşü farz olur. Daha önce “oylarını emanet edenlere teşekkür etmiş” Kandil kızınca “Emanetçi oy yoktur” demişti. Yakınlarda da iki polisin öldürülmesinin kirli bir eylem olduğunu söyledi, dağdan ses gelince de “Yok yok kirli değil” diye düzeltti.
AK Parti’yi Anayasa’dan, yasalardan bihaber olduklarını gösterircesine “cunta” yönetimi kurmakla suçlamaya ise devam ediyor. En havalı söylemi de AK Parti’ye yönelttiği “Seçim olmamış gibi yapma” ithamı. E, tabii, PKK yokmuş gibi yapma ancak böyle mümkün...
HDP’liler “Barajı geçtik diye Erdoğan ülkeyi savaşa sokmak istiyor” yahut “Erken seçim olsun diye Erdoğan bile bile kaos çıkarıyor” diye gece gündüz müfterilik yapıp beyin yıkamaya çalışıyorlar. O halde sormak lüzum ediyor: “Nasıl yani? PKK’ya da Erdoğan mı talimat veriyor?” “Ateşkesi bitirin, gidin Ceylanpınar’da iki polisi uyurken öldürün, olaylar gelişsin” diyen Erdoğan mı?
İddialarınızı üst üste topladığımızda ortaya çıkan manzaranın ne kadar acayip olduğunu siz de görüyorsunuz biz de.
O yüzden saçmalamak yerine hiç değilse biraz yavaştan alın da, “terör örgütü tepelerinde o yüzden siyaseten cesur bir adım atamıyorlar” deyip, doğru dürüst bir silah bırakma çağrısı bile yapamıyor olmanızı anlamaya çalışalım. Yok böyle gideceğiz diyorsanız şu gerçeği hatırlatalım. Türkiye’nin çoğu PKK kamplarına yapılan operasyonlara “Geç bile kalındı” gözüyle bakıyor. Yasaları takmadığınız belli ama Türkiye sosyolojisini görmezden gelmenin faydası yok, zararı çok.