Cumhuriyet'in sahibi
Dün Cumhuriyet’in kuruluşunun 92. yılıydı. Tarihte ilk kez tanksız, sivil bir törenle kutlandı. Seçime sayılı saatler kala, törenleri izlerken; Erdoğan ve Davutoğlu’nun konuşmalarını dinlerken; bu ülkenin son 13 yıl öncesine kadar dışlanan kesimlerinin Cumhuriyet’le nasıl barıştırıldığını düşündüm.
Siyasetin merkezinden uzaklaştırılmış, toplumun kıyısına itilmiş, “milletin efendisi” olduğu söylenmiş ama çarığı var, şalvarı var denilerek bir zamanlar Tandoğan’a girmesi bile engellenmeye çalışılmış, dini değerleri aşağılanırken hep “Cumhuriyet değerleri” kriter olarak gösterilmiş, Kürtçe türkü söylemeye yeltendiğinde hain damgası yapıştırılmış ve hatta Türkçe bilmiyor diye işe yaramaz addedilerek zulme uğramış, “Cumhuriyet” ile arasına dikenli teller örülmüş bir halk vardı.
Devletten hizmet bekliyorsa önce dilini unutması, dinini kalbine gömmesi gerektiğini dayatan bir anlayışa, bu dayatmacı, totaliter zihniyette tecessüm eden devlete sempati duyması, sahiplenmesi imkânsızlaştırılmış bir halk.
Bir zamanlar İslamcılar, bazı dindarlar arasında da tıpkı Kürtlerin siyasi hareketlerine mensup olanlar gibi “TC” denirdi devlete. Rahmetli Erbakan hiç taraf olmamıştı bu söyleme. “Ne münasebet, biz burada ev sahibiyiz, ev sahibi olgunluğuyla hareket edilmeli, yaşananların geçici bir sıkıntı olduğu unutulmamalı” şiarıyla hareket etmişti. Bu devlet, üzerinde yaşayan milletin devletiydi, bazı şeyler ters gidiyor diye vatandaşın üzerindeki haklar ve borçlar düşmüş olmazdı.
Bu anlayış dışlanan kitleleri devletle, Cumhuriyet’le yaşadığı kırgınlığı radikal bir kopuş eşiğine gelmekten korudu. Yıkmak için değil yapmak için yola koyulmuş bir “mücadele” ekseninin seyrinde tuttu. Zaman içinde hem toplumsal hem de siyasal meyvelerini verdi. AK Parti, hem kendisi kalan hem de kendisinden başkalarının da oylarını alabilen bir parti olarak merkeze yürüdü.
Cumhuriyet, bir yönetim kolaylığı olarak seçilmiş “ayrıştır, yönet” taktiklerinin sultasından “kurtarıldığında”, sadece “çoğunluk” için değil; Romanlar, Ermeni ve Rumlar, Süryaniler için de pek çok daraltıcı, aşağılayıcı uygulamaya son verildi, haklar ve itibar iade edildi. Cemevleri tarihte ilk kez başbakan, cumhurbaşkanı gibi yüksek profilli devlet adamları tarafından ziyaret edildi. Kürtlerin kimlikleri özgür oldu.
Devlet imtiyazlı seçkinlerin ve sivilaskeri oligarşik bürokrasinin aygıtı olmaktan çıktı. Halkın oldu. Dindarlar o vakte kadar yaşadıklarının “Cumhuriyet”ten değil, “Cumhuriyet idealini” istismar eden bir azınlıktan kaynaklandığını anladı.
Şu an buzdolabında olan çözüm süreci ile başka bir şey oldu. Kürt siyasi ve silahlı hareketi Cumhuriyet’le barıştı. Hatta o kadar barıştılar ki, CHP ve HDP ortak hareket edebilen iki parti haline geldi.
Bu durum hakiki bir hesaplaşmanın sonucu olarak değil, uluslararası aktörlerin yozlaştırıcı manipülasyonları tarikiyle gerçekleşti. Türkiye en büyük sorunlarını bile kendi imkânlarıyla çözmeye yeltenen, yerli dinamiklerini temerküz ettirebilen, yürüyüşü “durdurulamaz” bir anlayışa teslim edilmeyecek kadar “önemli” idi. “Sivil toplum kuruluşu” adı altında çalışan kökü dışarıda nüfuz ve etki ajanları, kiraz ağacına, kadın memesine ve “Avrupalı dostlar”dan gelecek bir taltife vatanı satabilecek tıynette adamlar, dini hareket görünümlü gladyo artıkları gece-gündüz bir cinnet hali için çalıştılar.
Yoğun saldırılar altında kalan iktidardan gelen yanlış argümanlar, savunmacı refleksle yapılan ve otoriter devlet algısını tahkim eden söylemler de onlara çok yardımcı oldu.
Kürtçü bir parti, tarihte en büyük acıları yaşamasına neden olan zihniyetle barışırken kendisine, kendisini ve bağlantıda olduğu örgütü aklayan yeni bir tehdit tanımı yaptı mesela. Artık tehdit “TC” değil “AKP” idi. Bu hokkabaz taktikleriyle, AK Parti döneminde bazı imtiyazlarını; mesela “başkalarının dinini, mezhebini, kimliğini aşağılama özgürlüğünü”, mesela “okyanus ötesi için yarayışlı eldiven görevi yapma ve karşılığında kendi kadrolarını her yere yerleştirme özgürlüğünü” yitirmiş olanlarla aynı safta buluştular. Onlara baktığımızda “Cumhuriyet değerleri”, “ulusal güvenlik”, “devletin ve milletin itibarını koruma yükümlülüğü” gibi unsurlara “harcanabilir” faktörler muamelesi yapabildiklerini gördük. Atatürk’ün kurduğu parti olmakla övünenleri, ateşkesi bozan ve saldırmaya başlayan bir terör örgütünün söylemlerini çoğaltırken gördük.
Neyse ki Cumhuriyet’in yetim kalmamak gibi bir özelliği var. Geçmiş Cumhuriyet Bayramı’nız kutlu olsun.