Sana 'fil'den bahsettiler, görebildin mi?
G20 zirvesinde verilen mesajlar yerini taze vekillerin yemin töreni heyecanına bıraktı. Ancak G20’de öne çıkan temayı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önemli bulduğum ifadelerinin altını çizmeyi “hâlâ” gerekli görüyorum. Çünkü Paris’teki terörün damga vurduğu bir zirvede “eşitsizlikleri giderme” olarak teberrüz eden, “Kefenin cebi yok” ile devam eden mesaj, sorunun teşhisi ve tedavisi bakımından önemlidir. Bir holding patronunun “Asıl sorun kapitalizm” demesi de önemlidir. Her ne kadar işçilere zam yapmamak için sarf edilen bir “ipe un serme” girişimi gibi görünmüşse de.
Erdoğan şunları söyledi: “Alın terini kutsal gören, emeğin karşılığının tam ve zamanında verilmesini emreden medeniyetin mensupları olarak bu konu bizim için çok önemli. Türkiye olarak başarılı sonuçlar elde ettik. Tabii korumacılıktan da öte özellikle benim bir yaklaşımım var. Acaba dünya sermayesi veya finansal sektör kıskanç mıdır? (...) Fakirlik, işsizlik acaba buralara dayanıyor mu? Dünyadaki işsiz gençler ve kadınlar için finans dünyası gereken desteği veriyor mu, verebiliyor mu? (...) Özellikle dünyadaki sermaye çevresi ve işveren çevreleri; ellerini açacak olurlarsa eğer, terörün de dünyada belini birlikte kırabiliriz. Aynı zamanda dünyadaki fakirliği giderir ve kıskançlığı da ortadan kaldırabiliriz.”
Fark ettiniz mi?
Erdoğan’ın ifadeleri tüm bu devlet erkânı buluşmalarında, sözde dünya sorunlarının çözülmesini gerektiren yerlerde oturma odasının orta yerinde duran ama asla kendisinden bahsedilmeyen “fil” hakkında.
“Kıskançlık” vurgusu, o file bakmak ve görmek için yapılmış bir çağrıdır.
Zira insanda hangi meleke iflas ettiğinde hangi sonuçlar ortaya çıkarsa, dünya sisteminde de aynısının daha karmaşık versiyonu gerçekleşiyor. Yaşadığımız pek çok sorunun nedeni, zayıf ülkelerin kaynaklarının yağmalanması. Zayıf ülkelerin kaynaklarını doğru kullanmasını sağlayacak bilgi ve deneyimden yoksun bırakılması. Artık küresel boyutta konuşulması gereken gelir eşitsizliği ve sınıflar arası uçurum. Bu eşitsizliğin giderilmesi için hiçbir şey yapılamıyor olmasının nedeni de bir avantaj yakalayanın hep daha fazlasını istemesi, bir şeye sahip olduğuna emin olduğunda diğerinin elindekini de “kıskanması”. “Hep bana” tutumu.
“Gıpta” olsa işler yoluna koyulabilirdi. Ama “kıskançlık” agresiftir. Doyurulamaz açlıklar yaratır ve zayıfların daha zayıf hale gelmesini kabul edilebilir bir maliyet olarak görür. Kıskanç, bölüşmeyi de bilmez. Verdiği payda gözü kalır. Ve giderek karşıtını yaratır.
Kendisine ait olmayan kaynakları elde etme hırsı, bugünü elde ettikten sonra yarın hissedeceği kıskançlığın objesini bile garanti altına almayı mümkün kılan düzenekler icat etmeye yönlendiriyor egemenleri. Kaynaklar o ülkenin değil, benim olsun diye, çoğunluğun cahil kalmasını sağlayacak eğitim politikaları örgütler, eğittiklerini de minnettar bırakır, geleceğin söz dinleyen bürokratları olmaları için tohumlar. Sus payı verdiği adamlar kendi paylarını kendi kanlarından olan insanlardan kıskanırlar. “Sürdürülebilir finans, ekonomi, eğitim politikaları” dediği şey, zayıfların yarınını, öbür gününü ve tüm geleceğini rehin alan “sürdürülebilir köleliğe” dönüşür.
Dünyanın küçük bir köy halinde yaşadığı bir düzlemde efendilerin unuttuğu şey küreselleşmenin “paranın hızlı ve serbest dolaşımından ibaret olmadığı” gerçeğidir. İnternet para kadar özgürlük fikrinin, intikam fikrinin, ödeşme fikrinin de dolaşıma girmesini, hatta kutsal metinlerden apartılmış detaylarla kültlere dönüşmesini mümkün kılar. “Kötüyü yenmek için daha kötü olmalısın” derlerse müşteri bulamayacaklarını bildiklerinden “Allah bu kâfirleri öldürmemizi istiyor, bakın burada yazıyor” derler. Ayetleri nüzul sebebinden ayırır, bağlamından koparır, insanları ölüme gönderir, ölümün pornosunu çeker ve korku salarak zalimlerden daha zalim olmayı başarır. Katilinin gücünü kıskanarak başlamıştır işe.
“Terörle mücadele edecekseniz, haklılığınız kusursuz olmalı” diyor Erdoğan. Şiddeti ve işi katliam boyutuna vardıran, bunun için dinden ya da herhangi bir ideolojiden destek alan yapılarla savaşacaksanız, nerede hata yaptığınıza bakmak ve bir daha yapmamak durumundasınız ve bu zorunluluk hepimizi bağlıyor. Çözüm avantajsız kitlelere avantaj temin etmeyi hedefleyen bir iş ahlakının aynı zamanda “rasyonel” de olduğunun farkına varılmasında.