Devletin sırları ve medyanın sınırları
Devlet egemenlik sahasıyla ilgili uzun vadeli tasarrufta bulunan bir aygıt. Bölgesindeki gelişmeleri, ülkenin kapasitesi, ihtiyaçları, güvenliği ve o milletin var oluşunu anlamlandıran etmenlerle birlikte tartarak politikalar belirlesin diye kurulmuş bir mekanizma. Böyle bir mekanizmanın haliyle sırları olur ve onların ifşasını suç sayacak yasalar çıkararak kendini korur.
“Devlet sırrı karşısında medya faaliyetinin sınırları nedir?” sorusuna cevap verirken sık sık Avrupa ülkeleri kriter kabul edilir. Oysa AB ülkeleri ile Türkiye kıyaslanacaksa baştan başlamak gerekir.
Batılı liberal demokrasilerde toplum oldukça homojendir. Daha da önemlisi, millet adına tasarrufta bulunacak devlet ile medya faaliyetini yürütenler arasında asgari müştereklerde mutabakat vardır. Devlet kurumları birbirini sabote etmez. Kurum içi hiyerarşiler dışında cemaat yapılanmalarının oluşturduğu alternatif hiyerarşi biçimleri ve yetki istismarları söz konusu olmaz.
Böyle bir ülkede “basın özgürlüğü”nü başlı başına bir değer olarak yüceltip gazeteciyi neredeyse dokunulmaz kılmanın maliyeti ülkenin istikrarının bozulması olmaz. Çünkü güçlü liberal demokrasilerde medya iktidarı denetledi diye devlette yapısal kırılmalar olmaz; kamu düzenini, kamu güvenliğini sarsacak büyük çöküşler yaşanmaz. Basın özgürlüğü mükemmel görünür; çünkü devleti sarsmaması sağlanmıştır. Zaten o ülkelerde gazetecilik de, entelektüel faaliyet de ülkeyi yönetilemez hale getirmek amacıyla yapılmaz. “Devlet sırrı” yüksek standartlı güvenlik prosedürleriyle korunur. O prosedüre rağmen bir sır sızıyorsa, orada şeffaflık adına sahici bir başarı vardır. Başarıyı gerçekleştireni takdir eder, sonra hayatını karartırlar.
Türkiye’de ise yukarıda anlattıklarımın tam tersi bir tablo var.
Çok kültürlü bir imparatorluk bakiyesi, taşların oturmadığı bir coğrafyada iç-dış operasyonlara karşı bağışıklık kazanmaya çalışmakta. Toplum homojen değil. Medya ve entelijansiya araçlarını on yıllardır elinde tutan elit, imtiyazını bölüşmek zorunda kalmakla beraber hâlâ oldukça güçlü. Kamuoyu imal etme üstünlüğü hâlâ “çoğunluk karşıtları”nda. Bir Türkiye paradoksu: “Çoğunluğun yönetme hakkı” ile kavgalı olanlar, yöneticisini seçen ve hükümet etme yetkisi veren çoğunluğa karşı demokrasiyi silah olarak kullanmakta. Demokrasiyi, basın ve fikir özgürlüğünü ülkeyi yönetilemez hale getirme amacıyla araçsallaştırmaktalar. Meşruiyetini millet reyinden alan uygulamaları gayri meşru göstermek için “basın özgürlüğü” argümanını kullanıyor ve sözde özgürlükçü, sözde liberal ülkelerde olduğunun aksine daha fazla başarı elde ediyorlar. Kendisini çoğunluktan ayıran kitleleri harekete geçirebiliyorlar. Ve yine sözde özgürlükçü, sözde liberal Batılı devletlere oranla Türkiye’de devlet, çok görünür, gösterişçi ama kırılgan.
Can Dündar ve Erdem Gül’e verilen tutuklama kararının arkasında böyle bir realite var.
Herhangi bir güçlü Batılı ülkede, devlete “Medya bulduğunu yayınlar kardeşim, devletsen sırrını iyi sakla” diyebilirsiniz.
Ama Türkiye’de bunu söylemek, “milletin ve ülkenin her türden kumpasa karşı açık ve zayıf olması gerektiğini” söylemeye eşdeğerdir.
Cumhuriyet Gazetesi’nin yayınladığı görüntüler, devleti yönetenleri terör suçuyla yargılamayı ve bunun sonucunda Türkiye’yi teröre destek veren ülkeler kapsamına aldırmayı hedefleyen bir operasyonun uzantılarıydı.
Gazetecilik faaliyetinden ziyade 17-25 Aralık’ta başlayan ve 2014’ün Ocak ayında MİT TIR’larına yapılan baskınla devam eden devlet içi bir örgütlenmenin vesayet girişimine eklemlenme durumu söz konusu. Girişim başarıyla sonuçlansaydı yaşayacağımız şeyler arasında ülkenin tüm uluslararası banka hesaplarının dondurulması, Türkiye’ye ambargo uygulanması en son dert edeceğimiz şey olacaktı. Zira ilk bozulan güvenlik olacağından ve bir mahalleden bir mahalleye geçmek bile lüks haline geleceğinden asker darbe yapmak zorunda kalacaktı.
Gazetecilerin tutuklandığı ülke elbette insanın ağırına gidiyor, bütün bunların “Muhalif fikirleri bloke etme” amacıyla yapıldığı endişesi de kayda değerdir. Lakin kimse yazının ilk kısmında anlattığım realitenin gerçekleri yansıtmadığını iddia edemez ve herhalde herkes son paragrafta anlatılan bir Türkiye’ye uyanmadığı için belli etmese de, içten içe memnundur.