KCK'nın rüyası ve geç gelen aydınlanma
Selahattin Demirtaş’ın DTK’nın toplantısına atıfla sarf ettiği sözler, 7 Haziran öncesi sazına ve sözüne fazlaca itibar edenlerin dahi rahatsız olmasıyla sonuçlandı. “Belki Kürtlerin bağımsız devleti de olacak, federal devleti de, kantonları da, özerk bölgeleri de...” şeklindeki cümleleri ve DTK toplantısından çıkan kararlar, HDP’ye gösterilen ilgi ve sevgi denizinin bittiği yer oldu.
DTK açıkça hendek siyasetini destekledi. Batılı anlamda “demokratik” bir özerklikten bahsetmiyor; istediği “totaliter özerklik”.
Yargı sisteminin de söz konusu totaliter özerklik durumuna göre yeniden düzenlenmesini istiyor. Halk mahkemeleri kurulacak, yani PKK’nın çadır mahkemeleri yasallaşacak. “Asayişin tümünü sağlayacak resmi yerel güvenlik birimlerinin kurulması” ile PKK militanları özyönetimin polisleri olacak. Türkiye topraklarını Rojava’ya ekleyerek devletin egemenlik alanı üzerinde keyiflerince tasarruf edecekler. İtiraz edeni ellerindeki Kaleş’le döve döve adam edecekler. Çözüm süreci başladığında bayrama hazırlanır gibi “Türkiyeli” olmaya hazırlanan Kürt vatandaşlarımızın, ülkenin devletine “devletim”, bayrağına “bayrağım” demekten yüksünmeyenlerin, dindar Kürtlerin çanına ot tıkayacaklar. Türkiye de izleyecek; “Aman kopup gitmesinler, ülke ‘tamamen’ bölünmesin” diye bu oluşumun sponsorluğunu yapacak. İlan ettikleri plan, gördükleri rüya bu.
KCK rüyası tabir gerektirmeyecek kadar açık olunca, HDPKK muhabbetini Erdoğan’ı indirme hedefinin manivelası olarak görenlerde de ricat başladı. Kandırıldık diyorlar, bence hiç inanmamışlardı.
Tabanlarını da inandıramadılar.
CHP tabanı, üst yönetiminden daha sağlam çıktı. HDP’nin 7 Haziran’daki oyunu kutlamak için pilav dağıtan CHP’li belediyelere rağmen “Beraber iyi salladık ehi ehi” yapan CHP’li vekillere rağmen HDPKK’nın dümen suyuna girme stratejisine direndiler.
HDP’ye giden oy “beklenen oranda” olmadığı gibi, PKK’nın yaktığı ateşe benzinle gitme sevdasında değiller.
CHP tabanı, Erdoğan nefretiyle açıklanamayacak denli büyük bir ihanete uzun vadeli bir desteğin, torunlara miras bırakılamayacak kadar karanlık bir bagaj olduğunun farkında.
Rusya’nın Suriye’ye girmesinden sonra HDP’nin “PYD” gibi davranması, Selahattin Demirtaş’ın Türkiye ile sorun yaşayan “komşu ülke” başkanı gibi Türkiye ile sorun yaşayan başka ülkelere ziyaretlerde bulunup Türkiye’yi şikâyet etmesi, Güneydoğu illerini Rojava’ya katma çabalarının günden güne açık hale gelmesi artık Kılıçdaroğlu’nu bile düşündürüyordur.
Zira o hep korkulan şeyin eşiğindeyiz.
“Muhalefet partileri ve onların tabanları muhalefetle münakaşayı, kritik zamanlarda beka ve gelecek duygusunda birlik olma gereğinin önüne geçirmeye devam ederlerse ortada muhalefet edecekleri bir devlet ya da münakaşa edecekleri bir ülke kalmayacak” diye uyarıyorduk ya, boşuna değildi.
Anlayan anladı. Anlamazdan gelenler; yaklaşmakta olan gün gibi açık olmasına rağmen direnenler ise gizliden açıktan sitem ediyorlar: Selahattin, bizi neden terk ettin?
Selahattin hep oradaydı, görmek istemediniz. AK Parti’nin Meclis’te Anayasa değiştirecek bir güce kavuşmamasını, hatta % 34’lere filan düşmesini garanti altına almak için çok ama çok büyük bir risk üstlendiniz. Devletin terörle mücadele eden birimlerini acziyete ve zaafa zorlamaya sevk etmeye ayarlı yayınlar yaptınız.
PKK’nın başlattığı savaşı “7 Haziran’da kaybeden saray gladyosunun çıkardığı savaş” gibi tanımlarla mahkûm etmeye çalıştınız, ancak yalanınız PKK’nın “1 Kasım’daki kesin AK Parti zaferi” sonrasında da savaştığı gerçeğine toslayınca haliyle berhava oldu. Meğer Demirtaş’ın tüm şirinlikleri, örgüt hamlelerine mevzi kazandırmak içinmiş. Kullanıldınız ya da bilerek alet oldunuz.
Millet size kanıp 1 Kasım’da da tek bir partiyi yetkilendirmeseydi, yönetim boşluğu katmerlenerek artsaydı; Kürtler ağzınıza bakıp PKK’nın çağrılarına olumlu yanıt verseydi, beyaz Türkler HDP’yi taltife devam etseydi, devlet sizin buyurduğunuz şekilde mermi atan ellere çiçek tutuşturmaya kalksaydı şu an Batı illerimizin içinde sözde “kurtarılmış” Sur’lar, Silopi’ler, Cizre’ler de olurdu. Etiler’deki, Nişantaşı’ndaki, Bebek’teki evinizden İkitelli’ye giderken geçtiğiniz TEM’deki “kontrol noktalarında” durdurulur, şehir gerillalarına hesap verirdiniz.
Dua edin ki sözünüz o kadar tesirli değil.
Dua edelim de bu geç gelen aydınlanma hiç değilse “içeride”, tehlikelere karşı yek vücut durma iradesinin başlama anı olsun.