Hasan Karakaya'nın ardından....
Yeni yılın son gününe oldukça şaşkın ve buruk girdik. Bu satırların yazıldığı sırada Hasan Karakaya, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile çıktığı gezide, Medine’de hayatını kaybetmişti. Yazılarına maruz kalanların kızdığı biriydi o. Klavyesini silah gibi kullanabilen, önce vurup sonra soru soran biriydi pek çok kimse için. Ama kendisiyle tanışan, birkaç kelam etme fırsatı bulan kişilerin onu sevmeme şansı yoktu. Bu kadar haşin bir üslupla yazan, hatta “İslamcı faşist” ithamlarına maruz kalan birinin gündelik hayatta neşeli, mülayim ve arkadaş canlısı olduğunu önceden tahmin etmek zordur.
Yaşının ve işine yıllarını vermiş olmasının temin ettiği hiyerarşik mertebeyi tepe tepe kullanacağını, dudağının kenarına ve kaşının üzerine iliştireceği “Uslu durun taaam mııı” kasıntısını bir bakmayla göreceğinizi düşünürdünüz. Lakin çok arasanız da bulamazdınız. Hemen her A330 seferinde grubun en yaşlısı ama en çok eğleneni, en toleranslısı, en halden anlayanı o olurdu. O kadar gençti ki, geçirdiği kalp krizlerine rağmen öleceğini düşünmezdik.
Allah rahmet eylesin.
Ölümünün ardından zil çalan etekleriyle lanet ve küfür yağdıran “sözde” aynı dinden olduğumuz, sözde insanları da ıslah etsin.
2015’i deviriyoruz ama bazılarımızın aklı hâlâ çocuk, ruhları hâlâ ergen.
Ölüm dediğimiz şeyin, velev ki düşmanının başına gelmiş olsun, eser miktarda da olsa saygıyı hak ettiğini, bir adım geri çekilip tefekkür etmeyi gerektirdiğini anlamazdan gelenler, en çok “gönül insanı” pozlarında gezenlerin arasından çıkıyor.
Tefekkür sadece dindarlara mahsus bir hâl de değil. Hangi görüş, inanç ya da inançsızlık ikliminden olursan ol, ölüm, hayatın kırılganlığı üzerinedir ve üzerinde düşünülmeyi, nezaketi hak eder.
Komşu olduğumuz coğrafyada her gün kitleler halinde insan ölüyor. Onlara merhamet ediyoruz. Ölümlerine neden olanlara öfke duyuyoruz. Ama tanıdığın, ortak bir anı paylaştığın, bir yazısını okuyup bir şarkısını dinlediğin, seni güldürmüş, sana tercüman olmuş, dünyana temas etmiş biri öldüğünde öfke ya da merhametten fazlası oluyor. “Var olmak algılanmaktır” diyen Berkeley bir bakıma haklı; çünkü varlığına tanık olduğun biri gittiğinde, bu aynı zamanda yokluğun sana uzattığı bir selam oluyor. Kendi ölümünün, kendi yokluğunun provası. Sor bakalım kendine, ölümün başkaları için ne anlama gelecek? Telefon defterinden eksilecek bir numara mısın, yoksa gerçekten iyi bir “anı” olabildin mi?
2015: YILDIZLARIN SIRAT KÖPRÜSÜ
Süleyman Demirel, Yaşar Kemal, Çetin Altan 2015’te öldü. Sevelim sevmeyelim, eleştirelim ya da çok beğenelim fark etmez; her biri Türk siyaset ve düşünce dünyasında kendi kuşaklarının ötesinde iz bıraktılar. Aynı görüşte olmasak da, aynı dünyayı, tasavvuru paylaşmasak da, bize kendimizi iyi hissettirmiş, bizler için iyi birer anı olabilmiş kişiler öldü sonra.
Müzeyyen Senar şubat ayında aramızdan ayrıldı. Türk musikisini sevenler Senar’ın 30’lu, 40’lı yıllardaki kayıtlarına ulaşabilirlerse, o sesle yarışabilecek az sayıda güzellik yaratıldığını bilirler. Kubbealtı sağolsun, onu sesinin en şelale yerinden dinleme fırsatını vermişti enstrüman çalmaya, nazariyat ve solfej öğrenmeye heves ettiğim yıllarda. Ruhu şâd olsun.
Kayahan öldü sonra... Birkaç nesil onun tek şarkısına üç aşk sığdırdı. “Canım sıkılıyor”dan gir “Bir yemin ettim”den çık. Türkçe sözlü hafif müziğin tartışmasız en önemli isimlerinden biri olmakla kalmadı, durmadan üretti, hiç ıskalamadan başardı; “Üretkenlikte stabilite”, “Sürdürülebilir verimlilik” gibi konferans başlıklarının da konusu olmayı hak etti. 2015’te kaybettik.
Levent Kırca öldü. Gezi eylemleri sırasında Londra’dan yaptığı alayişli isyan halleriyle empati kuramasam da, saçmalıklarına duyduğumuz tepki hep “Olacak o kadar canım” mertebesinde kaldı, ona kızarken bile ciddiyetimizi koruyamıyorduk. Çünkü bizi çok güzel güldürmüştü ve bu ona inanılmaz bir güç temin ediyordu. Ondan nefret edilemiyordu ve uzun boylu kızılamıyordu. Ekim 2015’te aramızdan ayrıldı.
Zeki Alasya öldü. Çay demlenen evlerin, siyah-beyaz televizyon neslinin çocukları yetim kaldı. Zeki Alasya demek Metin Akpınar demekti, Ertem Eğilmez demekti, Kemal Sunal demekti. Salak Milyoner, Köyden İndim Şehire ve Mavi Boncuk diyeyim, daha onlarcasını siz sayın....