Terörle mücadele ve Cenevre
Başbakan Davutoğlu’nun Artuklu Üniversitesi’nde master planı açıklarken Mardin’de birleşen kadim ruhların kendisini parçalamak isteyenlere karşı oluşturduğu direnç ve hamle ile ilgili şu soruyu sordu: “Alparslan’ın ordusunda bir Kürt olmak ile Selahattin Eyyubi’nin ordusunda bir Türk olmak arasında fark var mı?” Kürtlerle yeni dönem, bu soruya verilecek “Hayır” sesiyle başlayacak.
On maddelik planı dün basından izlemiş, okumuşsunuzdur.
Özeti şu: Millet-devlet arasındaki keskin ayrımlar ortadan kalkacak ama kamu düzenini tehdit eden girişim kimden gelirse gelsin engellenecek. Kapsamlı reformlar ve yeni Anayasa ile demokratikleşme ivme kazanacak. Sosyal yaralar sarılacak; Surlu, Cizreli, Silopili olup evini terk etmek zorunda kalanlara yapılan kira yardımları gibi, öğrencilere ücretsiz barınma, gençlik kampları temin edilecek.
Bölge ekonomisi kalkındırılacak. Prim borçları ile esnaf ve çiftçinin borçları ertelenirken faizsiz krediler sağlanacak.
Şehirler tarihi doku gözetilerek yeniden kurulacak, ama buraya dikkat: Özgür Politika ya da Özgür Gündem yazarlarının “direniş mimarisi” diye övüp korunma altına alınmasını önerdiği “evden eve tüneller” artık olmayacak. Benim anladığım ve konuştuğum uzmanlardan teyit ettirdiğim kadarıyla kentsel dönüşüm, güvenlik politikaları nazara alınarak yapılandırılacak.
Yeni idari düzenlemeler geliyor. Yerel yönetimlerin yetkileri genişletilecek ama istismara karşı etkin denetim söz konusu olacak. Türk, Kürt, Arap, Şii, Türkmen demeden, geniş kapsamlı bir kardeşlik hukuku tesis etmek için elinde silah olanlar hariç her teşkilatla muhatap olunacak. İllerde ve ilçelerde yerel halkın saydığı sevdiği kişilerle diyaloglar kurulup istişare edilecek. Master planın içeriği böyle.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu, içinden çözüm süreci geçen sorulara farklı yollardan farklı üsluplarla cevap verirken aslında aynı yönü işaret ediyorlar.
Çözüm sürecinin milli birlik ve kardeşlik projesi boyutu perdahlanarak devam edecek. Davutoğlu’nun “Çözüm süreci aslında hiç bitmedi” derken kastettiği bu.
Ama PKK’ya ilişkin sınır dışına çıkma ve tasfiye amaçlı entegrasyon devreden çıkmış vaziyette. Erdoğan’ın “O iş bitmiştir” derken bahsettiği bu.
PKK’ya karşı asıl savaş, hendeklerde değil KCK’ya bağlı birimlerin belediyelerden apartman yönetimlerine kadar her yerde örgütlenerek vatandaşı Kandil’in iradesine razı olmaya zorladıkları sosyal ve ekonomik alanda verilecek.
Yani meselenin asıl zor olan kısmı daha yeni başlıyor.
RUSLAR VURURKEN MÜLTECİLER YAĞARKEN
Üstelik mesele sadece bizim topraklarımızda cereyan etmiyor, bölgesel denklemle iç içe, adeta dıştan içe pompalanıyor. Karşımızda sadece birkaç bin kişiden oluşan silahlı bir örgüt yok, Rusya-Suriye rejimi-İran ve Hizbullah’la ortak hareket eden, Suriye sınırına yakın il/ilçelerimizi silah ve militanla besleyebilen bir koalisyon var.
Bunlar olurken, küresel aktörlerin, Batılı devletlerin Suriye’de yaşanan insani krize karşı takındıkları som katılık “Batı medeniyetinin tükenişi” konulu fotoğraflara resim altı olacak türden.
Cenaze var ama ölüm saati ilan edilmemiş gibi.
Düşünün; Macaristan’da kucağında çocuğu olan bir mülteci babaya çelme takarak tacizde bulunan gazeteciden sonra gördüklerimizi... Danimarka’nın mülteci kadınların ziynet eşyalarına bile el koyduğunu gördük. Dehşet içinde kendine yurt arayanları soyduğunu... Yunanistan’ın sahil güvenliğinin mülteci botlarını delmeye çalıştığını...
Bizde bir müzakere masası yeniden kurulur mu? Belki. Çok sonra... Ama işin doğrusu Türkiye’ye terör örgütüyle masa kurmaya “zorlayacak” Batılı bir medeniyet ölçüsü de yok artık. Ortadoğu’yu Rusya’ya ve Esad’a talan ettiren ve bütün çevre ülkelerin istikrarsızlaşmasını izleyen küresel aktörler, hangi meşruiyete dayanarak “örgütle müzakere et, sorununu çöz” diyebilir artık?
Zira o bir türlü toplanamadıkları Cenevre başlı başına bir iflas masası...
Cumhurbaşkanı Erdoğan haklı olarak sordu: “Rusya ve Esad rejimi sivilleri bombalarken nasıl olur da Batı, bizden mülteci akınını durdurmamızı bekler?”
Sorunun iç sesi şudur: Siz tefessüh ettiyseniz bizim elimizden ne gelir?