Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Abdulbaki Sömer, 2014’te Kobani olayları için Türkiye’ye gelmiş, bunu yaparken de mülteci kılıfını kullanıp, “Yanımda kimlik yok ama ismim Salih Neccar” demiş olan Ankara saldırısı canisi. Bolca yapılan “İsmi Salih dediniz ama Abdulbaki çıktı, üstelik YPG’li değil bak, PKK’lı” tatavasının sebebi bu.

        Sanki “yabancı savaşçı” kabul eden tek örgüt IŞİD. Sanki Vanlı olmak YPG’li olmaya engel. Sanki ülkemizdeki PKK’lılar, “PYD kendi davasına baksın, ama Türkiye hepimiz için emniyetli bir yer olmaya devam etsin, Türkiye sınırları içinde siyasi çözümü destekleyelim” demişler, sanki bu feraseti gösterebilmişler. Sanki Abdulbaki Sönmez’in 2014’ten önce Suriye’ye gitme nedeni YPG’ye katılmak değil, Kobani bitki örtüsü ve “ekosistem tabanlı fonksiyonel planlama konferansı” imiş.

        “PKK’nın eylemlerini üstlenme örgütü” TAK açıklama yapıp eylemi sahiplenene kadar, “Saldırıyı kınıyoruz, hem zaten saray yapmıştır” diyenlerin, TAK açıklamasından sonraki sessizliği ne kadar anlamlıysa, Salih Neccar adını kullanan Van doğumlu Abdulbaki Sömer’in daha önceki Suriye seyahati o kadar anlamlı.

        3-5 zihni sömürgeleştirilmiş dışında herkes PKK, DBP, PYD, YPG, TAK, HPG harflerinin bağlandığı kumanda merkezini biliyor: KCK.

        Abdulbaki Sömer için taziye çadırı kuranlar da KCK yörüngesindeki aktörler. MEAYDER öne çıkan isim. Yöneticisi İdris Şaybak’ın taziyede yaptığı konuşmadan bir bölüm şu şekilde: “Dünyanın birçok yerinde diktatörler gençlerin verdiği mücadeleyle devrilmişlerdir. Bu da cesaret ister.”

        29 kişinin kanı soğumadan Türkiye’nin karşısına geçip gençleri Türkiye’ye saldırmaya teşvik etmek, onları devrimci ve cesur varlıklar olarak kutsamak normal insanların algılayabileceği bir şey değil. Bu, tarifi zor bir düşmanlık.

        Daha iki yıl önce ülkenin cumhurbaşkanlık seçimine aday olarak katılmış bir Selahattin Demirtaş’ın partisinin yaşadığı akıl tutulması ve yürek kararması da şimdi tüm Türkiye’nin dilinde. HDP, 29 kişinin kanı soğumadan taziye çadırına varıp katile omuz veren üyesi Tuğba Hezer’i şiddetle kınamış değil. Hatta “Taziyeye gitmek, onaylamak anlamına gelmez” gibi acınası meşrulaştırma çabaları var.

        Ayrıca zaten bu işin hakkı kınama değil. Tuğba Hezer yalnız da değil. Çadırda DBP (Demokratik Bölgeler Partisi) de var. PKK’nın yetişemediği işlere bakan TAK gibi, o da HDP’nin hislerini somutlaştırma işleriyle ilgileniyor.

        HDP ile nasıl eşgüdümlü salındığını görmek için web sitesine bakmak kâfi. DBP’nin Rojava’ya destek videosunda misal, Selahattin Demirtaş kısa bir Rojava reklamı yapıyor ve bütün Kürtleri ekranda beliren banka hesap numaralarına bağış yapmaya çağırıyor.

        Tam bu noktada taziye evinde konuşma yapan DBP’li Caziye Duman’ın söylediklerine bakalım: “Heval Zinar büyük bir direniş göstermiştir. ‘Madem insanlarımız katlediliyor, bizim de cevap olmamız gerekiyor’ diyerek, kendi halkı için canını feda etmiştir.”

        Her PKK’lı gibi, Caziye Duman’ın da yalan spektrumu geniş. Cizre ve Sur’dan bahsettiği cümlelerde “küçük çocukların annelerinin karnında iken öldürüldüklerini” söylemekten çekinmiyor. Şimdi beraber iş tuttukları Esad Şebbihalarının zulüm portföyünü alıp Türkiye’de yaşanmış gibi gösteriyor.

        İnsan “16 bin faili meçhul de böyle bir şey miydi?” diye düşünüyor. Öyle ya, sahte veriler, obezleştirilmiş mağdurluk olmazsa ne satacaksın gençlere, nasıl göndereceksin ölüme? Katilleri kutsarken hangi mesnede yaslanacaksın? Türkiye’nin Batı’sının iyi niyetlerini istismar etmeyi nasıl başaracaksın?

        Ne kadar hazin. Daha bir yıl önce “Türkiyeli” olmaktan bahseden bir topluluk, kendi eşkıyasını, Rojava diye bir fırsatçılığın peşine takılmış canavarlıkları, Türkiye’nin tamamından üstün görüyor. Gördüğünü gizlemeye gerek bile duymuyor.

        Diğer Yazılar