'Ne söylediğinizi bilmeyecek kadar sarhoşken namaza yaklaşmayın'*
Ramazan ayına giriş, ısınma ve alışma süreci nedeniyle kısa bir mola almıştım, kaldığımız yerden devam etmek yerine mübarek aya ilişkin bir-iki temennide bulunmak isterim: Giderek uzayan günlerin, zorluğu kadar sevabı da bereketli olan orucuna layık olmayı diliyorum. Hem şahsi, hem içtimai olarak. İnsan oluruz inşallah. İnsan olmanın ayırt edici özelliklerini kuşanırız. Oruç tutanı da tutmayanı da, namaz kılanı da kılmayanı da keşke öncelikli olarak Ramazan’ın mesajını el üstünde tutma adabını edinebilse.
Nedir o mesaj? Hayır, aslında yoksulun ve açın halinden anlama pratiği değil. Öyle olsaydı sadece zenginlere emredilirdi. Mesaj açık, soru net: Bakalım zenginliğinin getirdiği alışkanlıkları ya da yoksulluğun neden olduğu mağduriyeti mazeret göstermeden; Allah istedi diye aç susuz kalabiliyor musun? Sabredebiliyor musun?
Oruç, Allah’ın ‘Beni seviyorsan yaparsın’ deme şekli.
Huysuzlaşmadan ve kibirlenmeden yapana ne mutlu.
Ama ne mümkün.
Gün geçmez ki yapılması dayanıklılık ya da disiplin gerektiren ibadetleri yerine getirenlerde başgösteren kibire gönül indiren bir fâniye rastlanmasın. Gün geçmez ki inançlı ve dinine riayet eden bir mü’min, ilahi mesaj ile başkaları arasındaki perdeleri, engelleri yırtmakla görevli iken, tam aksine bir perdeye; engele dönüşmesin...
En son bir TV programında, bir ilahiyatçının sarf ettiği, “Namaz kılmayan hayvandır” ifadesiyle sarsıldık mesela. Namaz kılmayan yaratıcısını bilemez, yaratıcısını bilmeyen kendisini bilemez demeye çalışıyordu muhtemelen. Beceremedi.
“Usulünce kılınan namaz, insani melekeleri olgunlaştırır” diyeceğine, “Kılmayan hayvan olur” dedi. İnançlı-inançsız milyonlarca kişiye hakaret etti. Dahası herhalde hiç de amaçlamadığı bir şeyi yaptı: Namaz kılmayıp da öykünen, niyet etse de devamını getiremeyen onca Müslüman’ın kalbini kırdı. Türk halkı oruçta iyi, namazda gevşektir; öyle olunca, acıyan yerden vurmuş oldu ilahiyatçı da.
Öyle. % 99’u Müslüman olan ülkemizin daha az oranda olan dindarlarının çok az bir kısmı ‘düzgün’, emrolunduğu şekilde ‘günde beş vakit’, namaz kılmakta.
Çünkü namaz organize olmaktır.
Gündelik hayatı ezan saatlerine bölmeyi, zamanı ezan üzerinden bölüştürüp düzenlemeyi ve hep bu gizli ajandayla yaşamayı gerektirir.
Vakit geçmektedir ama toplantıdasınızdır, trafiktesinizdir; yahut abdest almayı başaramamışsınızdır. Bırakın kamuda çalışanları. Metropol esnafı da öğrenciyi de doktoru da, reklamcıyı da ‘namaz kılmak istemesi mümkün olmayan varlıklar’ olarak tasarlar.
Hele kadınsanız ve tesettürlü iseniz iş epey çirkinleşir. Erkeklerin abdest aldığı yerde abdest alamaz, kolunuzu başınızı açamazsınız. Kadınlara ayrılan tuvaletlerde abdest almak tek kişilik lavabo düzeneklerinde hijyeninden asla emin olamadığınız duvarlardan dirseğinizle destek alarak cambazlıklar yapmanızı gerektirir. Namaza hazırlanmak için yapılan o temizlik, ruhsal bir arınma tedarik eder mi bilmem ama fiziksel olarak sanki daha çok kirlenmenize yol açar. Asıl macera ise caminin ‘kadınlara ayrılan bölümü’ konusunda yaşanır vs. Sözün özü ‘camiye giden kadın’ meselesine yeni yeni alışılıyor. Kapa parantez: Konu bir iki paragraf önce dediğim gibi. Modern şehir yaşamındaki zaman-mekân gerilimi düşünürler, sanatçılar için esin verici bir dinamik olabilir, lakin Yaratan’ın zaman ve mekân üzerindeki hükümranlığını da kayıt altına alan ibadet mefhumu ile çelişkili, sancılı bir ters orantı yaratıyor. Elbette bir Müslüman için dinin emirlerine riayeti savsaklamak için bunlar mazeret değildir, lakin fotoğraf da budur. İşler şehrin ritmi ile paralize olmuş ve bir parçalanmışlık halini alışkanlığa dönüştürmüş muhafazakâr ve modern Türkiyeli şehirliler için bugünden yarına değişecek gibi de görünmüyor.
İnsanın namaza yükleyebileceği anlamı derinleştirmekle ve güncellemekle, o anlamı aktüel hale getirerek sürekli olarak yeniden/yeniden çoğaltmakla yükümlü olması gereken insanların, ‘hayvan’ sözcüğünü bir vesile ile ‘namaz’ ile aynı cümlede geçirmesi bile abesle iştigal.
Allah cümlemizi affetsin.
NOT: Programı hazırlayan ve sunan Serdar Tuncer’in amasız açık ve net ‘özür açıklaması’ sözkonusu olumsuzluğu hayra tahvil eden bir açıklamaydı. Pürüzsüz ve olması gerektiği gibi. Benzer durumlar için örnek alınması gereken kriz yönetimi budur.
*Nisa/43