Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye 5 Haziran’da Diyarbakır’da bir HDP mitinginde yaşanan saldırıyla IŞİD ya da DAEŞ ismini ciddiye alması gerektiğini kavradı. Nitekim saldırılar devam etti. 20 Temmuz 2015 Suruç patlaması, 34 gencin ölümüne neden oldu. Atatürk Havalimanı ve Gaziantep’teki patlamalar ise yakın tarihli iki IŞİD eylemi.

        IŞİD eylemlerinin zamanlamaları ve seçilen lokasyonlar oldukça planlı, kırılgan fay hatlarını tetiklemeye odaklı olmaları yönüyle de dikkat çekiciydi. Diyarbakır patlamasının olduğu tarihten sadece iki gün sonra Türkiye bir genel seçim yaşayacaktı mesela. Suruç’ta ağırlıklı olarak Alevi ve sol gençler hedeflenerek sol-Kandil yakınlaşması sağlandı. Atatürk Havalimanı patlamasında ideolojisiz, örgütsüz sıradan siviller hedef alınarak çok daha geniş bir kitle hedeflendi, halkın yönetime karşı topluca isyan etmesine yönelik bir girişimdi.

        15 Temmuz darbesinden hemen sonra gerçekleştirilen Gaziantep patlaması ise mahalle lokasyon seçimi itibarıyla ilginçti; birbiriyle anlaşamayan, aralarında sorun bulunan iki mahallenin arasındaydı kana bulanan düğün. Kavganın oradan yayılarak kenti, giderek bölgeyi ateşe vermesi istenmişti.

        Operasyonların arkasındaki akıl IŞİD merkezi aklı mıdır, yoksa daha büyük güçler için de sipariş alan bir örgüt mü söz konusudur? Bana kalırsa ikisi birden. IŞİD’in aparat olması kendisine ilişkin bir tasavvuru olmaması anlamına gelmiyor zira.

        Türkiye’ye tağut diyen ve insanlarını da tekfir eden IŞİD’in Türkiye’ye düşman olmak için “kendince” haklı sebepleri var. O sebep de Türkiye’yi ve Erdoğan’ı kafasındaki teolojik harita açısından tehdit olarak görmesi.

        Genel manzaraya şöyle bir bakalım:

        Irak merkezi yönetimi Şii. ABD çekilirken Şiiler-Sünniler ayrımını yasallaştıran bir parlamento teşekkülünü sistemin aseti haline getirerek çekildi. O sistem Sünnilere sistematik zulüm üretti ve bugünkü sorunlarının ana kaynağı olurken IŞİD’i de yarattı.

        Hakeza İran Şii ve Sünni düşmanlığında hatırı sayılır bir sicili var.

        Suudi Arabistan Sünni ve Şii düşmanlığında hatırı sayılır bir sicili var.

        Birleşik Arap Emirlikleri gibi irili ufaklı diğer ülkeleri de Suud’un yanına ekleyin.

        Türkiye, halkı çoğunlukla Sünni olmakla beraber kafayı mezhep kavgasıyla bozmamış tek bölge ülkesi. Erdoğan da dindar ve Sünni olmakla beraber IŞİD’e “Bunlar bırakın Sünni olmayı, Müslüman bile olamazlar” diye hitap eden tek bölge ülkesi lideri.

        Türkiye, mezhep oyununa gelmeyen tek bölge ülkesi.

        Sürekli operasyonlara hedef olmamızın bir nedeni de bu.

        Erdoğan’ın bir lider olarak tavrı ve duruşu, bölgeyi kan çanağına dönüştüren; mezhep endeksli bölünmeler ve ayrışmalar yaratan ve gücünü bu ayrışmayla perdahlayan her bölgesel ve küresel odak için ve tabii IŞİD için de tehdit teşkil ediyor. Çünkü bu duruş aynı zamanda her Sünni ve Şii gence şunu söylüyor: “Tepenizdekilerin buyruklarına aldırmayın. İslam bu değil.”

        Türkiye, Fırat Kalkanı operasyonuyla IŞİD’i Cerablus’tan kovdu. Çin’de G20’nin ardından yaptığı konuşmada Cerablus’un durumuyla ilgili açıklama sırasında Erdoğan, yine şu ifadeleri kullandı: “DAEŞ İslam’ı sömürüyor. Bunların İslam’la alakası yok. İslam kelime itibarıyla ‘silm’ kökünden gelir ki bu da barış demektir. Kökü barış olan bir din nasıl olur da teröre müsaade eder?”

        Önemli ve bu soru olmayan sorunun içerdiği önermeden rahatsız olan tek odak IŞİD değil. Bölge için mezhep tandanslı bir gerilim ve iç savaş sonrası ‘İslamsız Ortadoğu’ ya da İslam’ın yükselen değil düşen değer olduğu bir Ortadoğu dizayn etmek isteyenlerin de işine gelmiyor.

        Sünnilerin IŞİD ile özdeşleştirilmesini ve “kötü Müslüman” olarak tanımlanmasını hedefleyen ve bir ölçüde başaran da Batılı küresel gücün aklıydı. Bu doğrultuda İran’la ilişkiler iyileştirildi ve İran’dan Lübnan’dan gelen Şii milislerin vahşet sergilediği görüntüler Batılı kamuoyundan gizlendi.

        ABD derinleri Türkiye’de yaşananlardan sorumludur. Ama “NATO’yu bırakalım Rusya’ya, İran’a yaklaşalım” diyenler de oyun içindeki oyunu görmek zorunda. Bölgede yaşananlar, teolojik bir savaşın, yani sekülerleştirilmiş Batı değerlerinin İslam’ın belini kırma savaşının sonucu. Bu doğrultuda eski bloklar da eski anlamlarını taşımıyor.

        Diğer Yazılar