Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Belçika mahkemesine göre PKK’nın işleri terör değil, silahlı mücadeleymiş. Oysa AB makamları PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmekte. Kararın temyize götürülmesi ve değiştirilmesi ihtimali var ve sonuç bize bu kararın temel eğilimden bir sapma mı, yoksa yeni bir yaklaşımın ilk filizi mi olduğunu gösterecek. IŞİD’e karşı mücadele verilen Suriye’de, PYD’nin YPG’sinin ABD için meşru bir ortak olarak kabul görmesi PKK’ya bakışı da değiştirmiş olabilir. Türkiye iki yıldır en yüksek sesle PKK ve PYD’nin aynı organizmanın parçaları olduğunu, ikisinin de terörist olduğu tezini savundu. Bu tez haklıydı ama çarpıtılması mümkündü ve şimdi “Madem ortaklar, PYD’yi sevdiğimize göre PKK’yı da benimsemeliyiz” yaklaşımı olarak karşımıza çıkabilir.

        PKK’yı terörist değil “silahlı mücadele veren” bir yapı olarak kabul etme eğilimi yaygınlık kazanırsa, yeniden “gerilla” olarak anılmaya başlanacaklar. Oysa yabancı bir ülkenin işgaline karşı direnmek için halktan da aldığı geniş destekle silahlı mücadeleye girişene gerilla denir.

        Egemen yönetici sınıfı tarafından etnik ya da mezhebi kimlikleri baz alınarak ayrıştırılan, ayrımcılığa tabi tutulan, nüfus cüzdanı alamayan, resmi dairelere girmesi bile yasaklanan, dilini konuştuğu zaman büyük cezalara tabi tutulan, düğününü ve cenazesini kendi kültürüne göre düzenlemesine izin verilmeyen, ücretsiz sağlık ve eğitim hizmetlerinden faydalandırılmayan, mülkleri müsadere edilen ve mülk edinmelerine izin verilmeyen toplumsal bir kesim organize olup ayaklandığında dünya onları “gerilla” olarak tanımlar; yaptıklarına da terörizm değil “silahlı mücadele” der.

        Kuşkusuz silahlı mücadeleye ve şiddet yöntemlerine başvurmanın hiçbir koşulda meşru sayılamayacağını söyleyenler yine olur; yöneticiler onlara “terörist” demeye devam eder ama herkes vicdanında bilir ki, onlar hakları için başka çare kalmadığından bir savaşa girmiştir.

        Filistin halkı böyledir. Arakanlıların durumu böyledir. Kürtlerin ve onları temsil ettiğini iddia eden PKK’nın durumu böyle değildir.

        1. Dünya Savaşı sonrasında imkânları olduğu halde “ayrılmayan” Kürtlerin sadakati Cumhuriyet’in tektipleştirme ve laikleştirme çabalarıyla istismar edildi, evet. Kürtlerin dilini ve dinini yaşadığı medreseler kapatıldı, sistem tarafından adeta isyana teşvik edildiler ve çok acı yaşandı. Daha sonra ise bu acılar dinle diyanetle hiçbir derdi olmayan, Kürtçe de bilmeyen Marksist-Leninist bir örgüt tarafından silahlı mücadelenin referansı haline getirildi. Zaman içinde Kürt siyasi hareketinin partileri oldu.

        Meclis’te yer aldılar. AK Parti iktidara geldikten sonra gerek 2009’daki demokratik açılım, gerekse 2013’teki barış süreci bağlamında bir dizi önemli adım atıldı. Kürtlerin dili özgür kaldı. Televizyon kanalları oldu. Kürtçe özel eğitim, Kürtçe propaganda serbest oldu. Ahmed-i Hani’nin, Mele-i Cizri’nin eserleri bizzat devlet tarafından basıldı. Selahattin Demirtaş gibi biri Türkiye’nin cumhurbaşkanlığı yarışında aday oldu. Şiddete başvurmayı meşru gösterebilecek hiçbir hak talebi yerde kalmadı.

        Ama silah kullanmayı elden bırakmadılar, savcı durdurup kimlik kontrolü yapmayı, yol kesmeyi, silah yığmayı, asfaltlara mayın döşemeyi, bölgeyi homojenleştirmeyi, başka hareket ve partilere baskı yapmayı bırakmadılar. “Gölge etme başka ihsan istemez, gelirsen işgalci sayarız” dedikleri Kobani, IŞİD tarafından işgal edilince “Vay efendim Türkiye neden duyarsız” diyerek halkı sokağa döktüler, kan akmasına neden oldular. “Arkamızda halk var” özgüveniyle de yanlarına kalacağını sandılar. Türkiye sorunu çözmeye çalıştıkça onlar el yükseltti. 2015’in yaz aylarında barışa dair tüm köprüleri de attılar. Sokaklara kazdırdıkları hendekler, Kürt çocuklarının canına mal oldu, zamanla arkalarında halk da kalmadı.

        Bir tanı koymak elzem ise talebin meşruiyeti, haklılığı belirleyicidir.

        PKK teoride “demokratik özerklik”, pratikte Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edilmiş bağımsız PKK devleti istiyor. Suriye’den tırtıklanan kantonlarla beraber geleceğin büyük konfederasyonunun Türkiye tarafını garanti altına almayı istiyor. Kendine benzemeyen Kürtleri ayrıştırmayı ya da asimile etmeyi de içeren bir plan bu.

        Plan büyük olunca terörist “gerilla” olmuyor. Plan büyük diye talep kendiliğinden haklı olmuyor. Öyle olsa şu an Kürtler tarafından da nefret edilen, yalnız bırakıldığı aşikâr bir yapıyı izliyor olmazdık. Çünkü “gerilla” olsaydın halk yalnız bırakmazdı.

        Diğer Yazılar