Atatürk'e hakaret artık müşteri bulamıyor
Bir zamanlar taşrada heykel demeye dili dönmeyip “Oğlum beni beton Mustafa’nın önünde indiriver” diyen yaşlı dedelerin karakollara çekilip haklarında işlem yapıldığına dair hikâyeler vardı. Bir zamanlar halkı aşağılarken, milletin inancını, ibadetini rencide ederken Atatürk’ü referans alan bir yönetici elit vardı.
Atatürk’ün devrimlerini, prensiplerini, kurdukları askeri, bürokratik, kültürel oligarşinin payandası haline getiren bu elit, kendi kaderlerini Atatürk için oluşturdukları imajla bütünleşik haline getirirlerdi ki meşruiyetleri tartışılamaz olsun.
Bir zamanlar yönetici elitin ve kültür iktidarının en önemli sermayesi Atatürk’tü. Elbette bu en başta Atatürk’e haksızlıktı. Çünkü birini tanrı haline getirirsen, onun adına yapılan baskılardan mağdur olanların yapacağı tek şey, onun “ölümlü” olduğunu ispata girişmek olur.
Nitekim öyle de oldu. Bağımsız, hakikate hakkını teslim eden tartışmalar “Koruma Kanunu” zırhına tosladığı için sistem tarafından dışlananların aurasını belirleyen, doğruluk açısından denetlenmesi mümkün olmayan fısıltı gazetelerinin tarihe ilişkin asparagasları ve yok satan Rıza Nur kitapları oldu. Fıkralar, kimi zaman özel hayat eksenli karalamalar, bire bin katılarak oluşturulan ve aşırılık içeren hikâyeler, intihar eden subaylar, evlatlıklar, sözde tanıklıklar açıktan değilse de sumen altından müşteri buldu.
Birileri bir tanrı icat etmişti, o tanrıyı beğenmeyenler de direnmek için Osmanlı padişahlarını ilahlaştırdı.
Birileri Atatürk’ten bir kusursuzluk abidesi inşa etmişti, diğerleri de o abidenin yerleştirdiği kaideyi kemiren kurtçuklar imal edip heykellerin üzerine saldı.
Birileri cumhuriyeti daha da öne çıkarmak için “Osmanlı şöyle oğlancıydı, böyle edepsizdi” hikâyeleri üretti, diğerleri de “Sizinki de Osmanlı’nın haremini kaldırdı, kendi haremini kurdu” diye mukabele etti.
Günün sonunda o kurtçuklar hakikati de kemirdi. Her iki tarafın enine boyuna düşünenleri için dramatik bir durumdu bu. Ancak geçtiğimiz hafta bir şey oldu. Atatürk’ün hatırasını rencide edenler, bundan 20 yıl önce sumen altından yayılan müptezelliklere müşteri olanlar tarafından bile aşağılandı, hakir görüldü. “Olmaz böyle bir rezillik” dediler, “Sonuçta Atatürk bu Cumhuriyet’in kurucusudur, dehadır, başarılı bir komutandır”.
MİLLET ÖĞÜTÜYOR
Süleyman Yeşilyurt ve başka bir videoda Atatürk’ün annesine hakaret eden Hasan Akar tükürük yağmuruna tutuldu. Hem de her kesim tarafından. Ne değişmişti? Atatürk’ün hatırasından türbe yapıp o türbeden geçinenlerin halkı ve değerleri aşağılayarak kendi konumlarını tahkim ettikleri siyasi vasat değişmişti.
Atatürk’ü putlaştıranlar zaman içinde Osmanlı’ya haksızlık ettikleri gerçeğini kabul etmişlerdi. Türkiye tarihinin bütün olduğunu, padişahların o tarihin önemli hatta zaman zaman gurur verici kısımlarını oluşturduğunu itiraf etmişlerdi.
Abdülhamid Han’ı halife olduğu için sevenler onun Batı kültürüne olan ilgisini öğrenmişti. Atatürk’e hoş bakmayanlar onun Osmanlı paşası olduğunu hatırlamıştı.
Batı modernleşmesini dayatmanın, tekke ve zaviyeleri kapatmanın, harf devrimi, kılık kıyafet devrimi gibi kültürel kopuşların eleştirilmesi mümkündü ama dönemin reel politiği açısından bakma esnekliğini kazanmak şart koşulur olmuştu. Bu zemin bağlamıyladır ki şimdi Atatürk’e hakaret, sadece bir kesim tarafından değil, her kesim tarafından yuhalanıyor, kabul edilmiyor.
Bu nokta “normalleşme” adına anlamlı bir noktadır. Ancak bu noktanın derinleşmesi, yakalama kararının arkasından uzun tutuklamalar ya da cezaevi süreçlerinin gelmemesiyle mümkün.
Tükürük yağmuruna tutun ama hapsetmeyin, cezaevini savunmayın. Bu ölçü, terör ya da darbe gibi suçlara bilfiil katılmamış bütün gazeteci, yazar, kanaat önderi için savunulabilir olmalıdır. Çünkü millet saygısızları, aşırıları, arsızları öğütme işini devletten daha iyi yapıyor.