Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KUDÜS krizinde hava, İsrail’in metal dedektörleri kaldırma kararı vermesine rağmen sakinleşmiş değil. İsrail-Türkiye ilişkilerini “doğalgaz ticareti” üzerinden meşrulaştırmaya çalışanların çabalarına, Ankara’yı İsrail’le berbat bir anlaşma yapmaya ikna edenlerin gayretlerine rağmen, İsrail-Türkiye normalleşmesi dikiş tutmuyor. Tutmayacağı da belliydi.

        İsrail, genel tavrını ve “Mescid-i Aksa’nın altını oyma çabasını” değiştirmeyeceği için belliydi. Türkiye’de AK Parti’yi 15 yıldır iktidar yapan tabanın en heyecanlı ve en belirleyici kitlesinin Mescid-i Aksa hassasiyeti değişmeyeceği için belliydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar sebepli Körfez turunda Suudi Arabistan’a, “Katar’ı bırak da Kudüs’e bak” diyecek bir lider olduğu için belliydi.

        Nitekim Erdoğan, El Aksa krizini uluslararası toplumun dahil olduğu bir çözümle diplomatik yollardan çözmek için birçok adım attı. Ancak sonunda olan oldu ve İsrail hükümetini Harem-i Şerif ve Kudüs’teki Müslüman varlığını silmeye çalışmakla suçladı. Kudüs’te üç semavi dinin mensuplarının Osmanlı idaresinde 400 yıl birlikte yaşadıklarını vurgulayarak Kudüs’ün hiçbir zaman İsrail’in başkenti olarak kabul edilmeyeceğini söyledi. Haklıydı.

        İsrail başbakanlığı, “Kudüs, İsrail’in başkentidir. Osmanlı devri geçmiştir” diyerek olayı başka bir boyuta taşıdı. Haksızdı.

        Misal: Kudüs’te onlarca mezhebin temsil edildiği Kıyamet Kilisesi’nin statüsü bile, halen tarihte yaşanan kavgalara son veren Osmanlı fermanıyla korunuyor. 1757 tarihli ferman III. Mustafa’nın mührünü taşıyor. Kilise her mezhepten Hıristiyan’ın Kâbe’si konumunda ve her mezhebin statüsünün korunması o kadar büyük önem taşıyor ki, ferman yayınlandığında katlardan birinde pencereye dayanmış olarak duran tadilat merdiveni, sembolik olarak halen “korunuyor”.

        Anlayacağınız Osmanlı bitmiş dağılmış bir devlet olmasına rağmen hatırasının bile Kudüs’te sözü geçiyor. Ama güya hayatta olan Müslüman ülkeler çıkarlarını kenara koyup bir araya gelemedikleri için çözüm üretemiyor laf, dinletemiyor.

        Mesele “Orası bizim, bizim kalacak” demekle çözülecek basitlikte değil. Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesi ve aynı zamanda Yahudilerin otantik dinleri açısından büyük önem arz eden “Süleyman Mabedi”nin üzerine yapılmış bir mekân. Fotoğraflardan, videolardan pek anlaşılmaz, ama gidip gören bilir: Yahudilerin yıllardır ağladıkları duvar aynı zamanda Mescid-i Aksa’yı oluşturan konseptin istinat duvarıdır. Meşhur Ağlama Duvarı’nda ağlayarak edilen duanın konusu Süleyman Mabedi’ni tekrar inşa edecek fırsat ve güç için Rabb’e yalvarılmasını da içerir.

        AK KOYUN KARA KOYUN

        Ancak Süleyman Mabedi’ni tarihte iki kez yıkan Babil ve Roma’ydı, Müslümanlar değildi. Yahudileri defaatle öldüren, soykırımdan geçiren de çoğunlukla Hıristiyanlardı. Ama İsrail, tarihte yaşanan tüm Yahudi katliamlarının acısını Müslümanlardan çıkardı. Çünkü şu an önündeki tek engel Müslümanlar ve üstelik “uluslararası sosyal Darwinizm”- in yazılı olmayan kurallarına göre zayıf halka durumundalar. Üstelik İslam dünyası da birbirine düşmüş durumda.

        Bırakın Şii-Sünni çatışmasını, çoğunluğunu Sünnilerin oluşturduğu Körfez diktatörlükleri bile birbirleriyle soy sop, kabile ve taht kavgası vermekten perişan haldeler. Batılı kamuoyunun zihninin, Müslüman eşittir IŞİD, o da eşittir cani terörist safsatalarıyla iğdiş edildiğini bilen İsrail, durumu fırsata çeviriyor, tarihi ileri sararak uzun vadeli emellerini yakın-orta vadeli planlar haline getiriyor.

        İsrail’in Filistin’de uyguladığı tedrici etnik ve dini temizliği Doğu Kudüs’e de taşımak, Kudüs’ü Müslümansızlaştırmak ve Mescid-i Aksa’yı yıkarak yerine Süleyman Mabedi’ni tekrar inşa etmek istediği ne efsane ne de sır.

        Tam da bu nedenlerle Erdoğan, 28 Temmuz’da İslam İşbirliği Örgütü İcra Komitesi’ni 1 Ağustos’ta toplantıya çağırdı. Ak koyun kara koyun ortaya çıkacak.

        Diğer Yazılar