'Mindere çekmek' mi?
ABDULLAH Gül 696 sayılı KHK metnini “kibarca” eleştirdiği günden beri hükümetin ve hükümete yakın ve partiyle bağlantılı “yeni nesil” sosyal medya kullanıcılarının hedef tahtasına oturdu. Gül’ün eleştirisinde niyet sorgulaması yoktu, “arkadaşlarının iyi niyetine inandığını” şerh düşüyordu. Ancak 15 Temmuz ve 15 Temmuz’daki direnişin “devamı” niteliğindeki eylemlere katılan sivillere getirilen hukuki korunmanın daha net ifade edilmesi gerektiğini, muğlaklığın giderilmesi gerektiğini ifade ediyordu. AK Partililer o ana kadar metnin düzeltilebileceği, daha iyi kaleme alınacağı yönünde yeşil ışık yakarken, Erdoğan’ın Gül’ün tweet’ini “üzücü” bulduğunu söylemesi üzerine çizgi değiştirdiler.
O noktadan sonra açıklamaların ardı arkası kesilmedi. En hafifi, “Zaten AK Parti’nin kurucusu da değildi” ifadeleriydi. Kurucu değil, “Kurucular Kurulu üyesi” imiş. Halihazırda milletvekili olanları herhangi bir yasaklılık durumundan korumak için yapılmış teknik düzenleme, sağır sultanın bile bildiği Gül’ün “kuruculuk” vasfının yok sayılmasına kadar gitmişti. “İhanet”, “vefa” kelimeleri havada uçuştu. Tek cümlelik eleştirisi Devlet Bahçeli tarafından “Vehme kapılmış zihniyetler” başlığı altına sokulmasına yetti. Attığı tweet’in fazla retweet edilmesi “olayları başka boyuta taşımak” olarak görüldü. Sanırım ilk kez, bir tweet’i retweet etmek üzerinden potansiyel “oy davranışı” okuması yapılıyordu ve tweet atan onu retweet edenlerin kimliğinden, siyasi pozisyonundan sorumlu sayılıyordu.
Eleştiriler arasında bu tepkinin nedenini kısmen ortaya koyabilen tek cümle, Gül’ün “korunaklı bir yerden” belirli bir “siyasi ajanda” için tahkimat yaptığı iddiasıydı. Demek ki, asıl sorun KHK metnine yönelik açıklama değildi. AK Parti kurmaylarını kızdıran, Gül’ün KHK metnini eleştirmesi değil, 2019’da aday olup olmayacağını netleştirmemesiydi. Bir taktik manevrayı izliyorduk. Kamuoyuna, “Vefa nerede?”, “İhanet bu!” gibi, duyguları tetikleyen kavramlarla lanse edilen tartışmanın özü, son derece basit bir strateji, taktik bir hamleden ibaretti: “Mindere çekme taktiği.”
REEL SİYASET
Gül ne yapmalı?
“Evet adayım” derse, vefasızlık ve ihanet kıskacına alınıp deyim yerindeyse “dövülmeye” açık hale gelecek. 2019’a kadar yeterince zaman var, imkânlar zaten gani. Vur vur bitmez.
“Vallahi aday değilim” derse, “Ülkede endişe verici şeyler olduğunu düşünüyorsan, çıkardın, aday olurdun, ama sen korunaklı alandan hiçbir risk almadan sadece konuşmayı seçtin” denilecek. Yaptığı seçim Gül’ün sözlerini etkisizleştirmek için kullanılacak.
Yani emin olun, bugün “Adaylığı aklından geçirmesi bile ihanettir” diyenler, yarın Gül, “Hayır aday filan değilim” derse, ilk eleştirisinde ya da açıklamasında, “Madem yolunu keskin hatlarla ayıramadın, riske giremedin, o zaman ağzını da açmayacaksın, suyu bulandırmayacaksın” diyecekler.
Reel siyaset böyle bir şey. Erdoğan+Bahçeli ikilisine rakip olmak, bırakın “reel”i, “Nat Geo Wild” tadında bir 2018 öngörüsünü yapmak için yeterli.
Abdullah Gül aday olur mu olmaz mı, bilmiyorum. Herhalde koşullar yukarıda tarif ettiğim gibi olduğu sürece kısa vadede yanıt almayı beklemek anlamsız. Asıl soru, Gül’ün konuşmasından ya da aday olması olasılığından bu kadar rahatsız olunmasının anlamı etrafında düğümleniyor. Bu tepkiler “dava” ve “hareket” gibi kutsallaştırmalarla pekiştirilmiş “safları böldürmeme” hassasiyetinin dışavurumları mı? Yoksa AK Parti, Gül aday olursa tabanının önemli bir bölümünün Gül’e kayacağına kesin gözüyle mi bakıyor? Bu kadar çok tepkinin ve “mindere çekme” taktiğinin asıl nedeni, tabanında hareket etmeye meyilli bir fay hattı olduğuna dair bir tespit yapmış olmasıyla mı ilgili?
Bu soru önemli. Çünkü Gül’ün aday olup olmayacağını netleştirecek şey, soruya verilen cevaba bağlı.