Sahada tek başına
ABD’nin PYD’ye verdiği destek malum. “PKK bizim terör listemizde, ama PYD’yi PKK’nın uzantısı olarak görmüyoruz” kurnazlığını ve bu kurnazlığa müşteri olan muhalefetin bazı siyasetçileri de malum. Oysa, PYD’nin eğitim birimlerinin bulunduğu Bülbül beldesine giren TSK’nın ele geçirdiği Öcalan posterlerinden çok önce de karşımızdaki yapının PKK’nın Suriye kolu olduğuna dair yığınla delil vardı.
Bazı CHP’lilerin bunları görmemesi, bilmemesi mümkün değil. Bana kalırsa amaçları PYD’yi koruma kollama kaygısı da değil. 1) AK Parti’ye her koşulda ve mutlak surette itiraz etme, o ne derse ya da ne yaparsa tam tersini yapma motivasyonu içindeler. 2) “Görün bakın, günün sonunda ABD’nin dediği olur” diye düşünüyor ve ABD perspektifine yakın durmayı, “geleceğe yönelik” olarak daha kârlı buluyorlar.
KENDİ GÜCÜNE GÜVENMELİ
Öte yandan bir de iktidar partisine yakın ya da iç içe olan çevrelerde beliren bir eğilim var. Onlar da içeride yükselen Avrasyacılar ile yerli milli Kemalizm çizgisini perdahlayan şartlara bakarak “Rusya ne yapsa görmezden gelme” eğilimi içine giriyorlar. Erdoğan’ın oynadığı ve oynamak durumunda olduğu satrancı mazeret ederek, Suriye rejiminin ve Rusya’nın analizlerine müşteri olmalarından anlıyoruz. İdlib’de HTŞ (Heyet Tahrir El Şam) tarafından üstlenilen Rus uçağının düşürülmesinde ABD’nin parmak izleri aranıyor da, Rusya’nın daha birkaç gün önce Soçi’de, Reyhanlı saldırısının mimarı, Banyas katili Mihraç Ural’ı burnumuzun dibine dikmesi günlerce geçiştiriliyor mesela.
Aynı şekilde rejimin ve elbette beraberindeki Rusya’nın İdlib’deki çatışmasızlığı bir aya yakın süredir ihlal etmesine rağmen, Astana ve Soçi’nin müthiş aktörü, barış için çalışan arabulucu pozlarına girmesindeki garabet üzerine konuşmakta çekingenlik gösteriliyor mesela. Bu tercihler strateji önerip analiz yapanların memleket çıkarları için; misal Rusya’nın hava sahasını kapatmaması için verdiği küçük bir taviz mi, yoksa rakip eksen değişikliği okumalarına müteallik başka bir geleceğe yatırım girişimi mi bilemiyoruz.
ABD de, Rusya da, Türkiye’nin kendi yörüngelerinde olmasını istiyor. Her ikisi de Suriye’de “seküler” bir yönetim istiyor, her ikisi de Müslüman kanını kolay akıtılabilir bir meta olarak görüyor, her ikisi de PYD-PKK’nın kullanışlı bir kart olarak ellerinin altında olmasını istiyor ve bu hedeflerini sağlama alacak fiziki ve psikolojik harp yollarını ya kullanıyorlar ya da zamanının gelmesini bekliyorlar.
Yani, ABD’den kaçarken Rusya’ya tutulmanın ya da dün İran’ın, bugün vekâlet savaşını yürüten Esad rejiminin sağlıklı ve normal müttefikler olarak hareket edeceğini düşünmenin hiçbir anlamı yok. Esad ile el sıkışmış bir Erdoğan görüntüsünün Türkiye’yi ve bölgeyi rahatlatacağını düşünen ve sürekli olarak bu öneriyi masada tutanlar, Esad Ailesi’nin kindarlığıyla ilgili hikâyeleri bilmeyenlerdir. Bu ailenin PKK daha vitamin iken destekleyip bugüne getirdiğini, dahası Hatay’la ilgili haritalarını, tasavvurlarını unutmuş olanlardır.
Türkiye’nin bu mücadelede en çok kendi tedbirlerine, kendi hamlelerine, kendi gücüne güvenmesi gerekiyor.
KUTUPLAŞMA AZALTILMALI
Muhalefetin gelecek öngörülerini(!) bir yana bırakıp “PYD terör örgütü mü bilmiyoruz, istihbari bilgimiz yok” diyerek sahada PKK ile çarpışan askerde moral motivasyon kaybına neden olmaktan kaçınması gerekiyor.
Sahadakilerin attıkları her adımı kaydedip hasımlarına istihbarat sağlamaktan ya da psikolojik harp malzemesi temin etmekten kaçınması gerekiyor.
İktidarın da içerideki kutuplaşmayı azaltan ve insanları “AK Partili olan ve AK Partili olmayan” diye ayıran tavrını rafa kaldırması, en azından yumuşatması gerekiyor ki, “kriz anlarında bile devletiyle ortak hareket edemeyen muhalefet” olgusu şikâyet konusu olmaktan çıksın.