Doğmuş bir çocuğun 'kürtaj' sorgusu
ÇOCUK hilesiz bir terazidir. Bizimkinden farklı bir donanıma, bizde olmayan bir yazılıma sahiplerdir. Yetişkin, neyin iyi neyin kötü olduğunu tefrik gücüne erişmiş olmasına rağmen, hep vicdan diye bir şeyi sayıklar, gerçekte aradığı hilkatin orijinal versiyonudur: İnsanın format yemeden önceki hali, yaratılış bilgisinin en taze kaydı, çocuktaki donanım.
Hükümetin kürtaj yaptıran kadınları yekten "suikastçı" yapan tarz-ı siyaseti, kürtaj karşıtlarını bile provoke edecek cinstendi. Ben kürtajı prensipte onaylamayan, ancak büyük sorunları aşmak için gerilimi kadınların sırtına yükleyen ihraç politikasını da hoş görmeyen; dahası tecavüz ve ensest ilişkiye maruz kalan kadınların bebeği doğurmaya zorlanamayacağını savunan bir noktada durdum.
Her şey konuşuldu. Ama anne ve cenin arasındaki düelloda her iki tarafın da doğal müttefiki olan "çocuğun" görüşü unutuldu.
Hayır doğmamış çocuğun muhayyel mektuplarındaki kurgusal duygusallıktan bahsetmiyorum. Doğma şansına sahip olmuş çocukları söylüyorum. Sahi, kürtaj tartışması, annelerinin sevgisini başı sonu olmayan bir güvenlik alanı olarak tasavvur eden çocukların gerçek duygularıyla sınandı mı? Tartışmalara kulak kesilmiş çocuğunuz size gelip, "Anne beni aldırır mıydın?" diye sordu mu?
Benimki sordu.
YAPTIRILMAMIŞ KÜRTAJIN HESABINI VERMEK
Cevabım, "Engelli doğacağın anlaşılsaydı mesela, böyle bir karar verebilirdim" oldu. "Çünkü mutsuz olmana katlanamazdım, ileride beni suçlamana... "
"Hayır" cevabı alacağına o kadar inanıyordu ki oğlum, yüzündeki güven duygusu saydam bir diyaframdan geçti de, sonsuz bir olasılık uzayında kaybolup gitti sanki. Gözleri doldu.
"Ben kolsuz ve bacaksız olsam da mutlu olurdum. Kolsuz bacaksız doğacağımı bilsem de doğmak isterdim" dedi. Ağlamamaya çalışıyordu ama başaramıyordu artık.
İnsanın benlik ve emniyet duygusunun temeli anne rahmine düştüğü andan beri "biricik" olduğu varsayımına bağlıydı. Oysa şimdi, anlamlı bir varlık oluşunun, sağ ve sağlıklı doğmasına bağlı olduğunu, varlığını asla güven telkin etmeyen bir tesadüfler zincirine, hatta annesine rağmen sürdürebilmiş olduğunu düşünüyordu. "Ezelden beri ve şeksiz şüphesiz sevilen" olma tasavvurunun yerini, "Sağlıklı doğmasam, eli yüzü düzgün olmasam, sevmez miydin beni?" şüphesi alıyordu.
*
"Ben sakat, sorunlu, geri zekâlı da olsam mutlu olurdum ama sen bundan habersiz, beni öldürebilirdin"
"Senin sen olacağını bile bilmiyordum, senin sen olacağın belli değildi ki henüz" diye saçmalıyorum.
"Bunu öğrenmek için yaşamama izin vermen gerekir."
"Ama insan olup olmadığın bile belli değil ki o safhada?" diye sürünüyorum.
"Dokunmadığında, yok etmediğinde insana dönüşen şey, başından beri insandır" diyor.
Bir yıllık bilgelik limitini ve tüm altın vuruşlarını bir gecede harcamaya ahdetmiş bu performansı karşılayabilecek ahlaki ve insani bir antiteze sahip değilim. Neyse ki bir imdada yetişen var.
"İşte bu yüzden, Allah'ın hikmeti annenin sevgisinden üstün. Ben böyle şüpheci bir insan olduğum için işleri hata yapmayacağım şekilde ayarlamış" diyerek toparlamaya çalışıyorum. "Annelerin kafası karışır, Allah'ın kafası karışmaz."
Teskin oldu. Anne ne söylerse, çocuk ona inanır. O bana, ben kendime kırgın, birbirimize sarılıyor ve ağlayan insanların çağırdığı uykuya teslim oluyoruz yavaşça.
*
Tüm bunlar devletin, bireyin kendisinin bilmek, tartmak, utanmak ve kaçınmak durumunda olduğu işlere müdahil olma gayretini aklamıyor.
Ama dünden beri merak ediyorum: Yaptırılmamış bir kürtajın ihtimal hesabını vermek bile bu kadar zor oluyorsa, yaptırılmışının eklediği kambur nasıl bir şey olur acaba?
Anlıyorum. Hiçbir nimet, yokluk âleminden çıkarılıp "var edilme" lütfuyla kıyaslanamıyor. Varolabilmek arzusu, özürlü yaratılmanın vereceği külfetlere bile galebe çalacak güçte verilmiş. Orijinal yazılım böyle ve kanıt da çocukların hayata karşı duydukları hasbi istek ve sevgilerinde. Her doğum, yokluğa karşı kazanılmış bir zafer, ölümü ehlileştiren bir kurtarıcı.
Sabah, yıllar önce yazdığım bir dizeyi sayıklayarak uyanıyorum.
"Çocuk: Ölüme gönderilen peygamber."