Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CUMHURBAŞKANI Erdoğan, NATO Zirvesi için İngiltere’nin Galler bölgesinde. Zirveye damgasını vuran konular IŞİD ile ne yapılacağı, Rusya ile ilişkilerin ne olacağı. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı ise tebrikleri kabul ediyor ve izleyebildiğimiz kadarıyla önemli dünya liderleriyle görüşmeler gerçekleştiriyor. İngiltere Başbakanı Cameron, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, Almanya Başbakanı Merkel, ABD Başkanı Obama ile bire bir temasları söz konusu. Erdoğan, Obama ve Cameron’un yan yana oturduğu masa düzeni çoktan birçok habere konu oldu, fotoğraf analizleri aldı yürüdü.

        Küresel egemenleri, Batılı liberal demokrasileri alabildiğine eleştirip “Olmasaydınız daha iyi olurduk valla” tonlamasında ifadeler kullanıp sonra aynı aktörler tarafından ilgiye, iltifata mazhar olunca bu kez de böbürlenmeyi seçmeyi tatsız bir çelişki olarak görürüm.

        Ama daha 30 Mart yerel seçimleri öncesinde yaşadığımız şeyler, havalarda uçuşan iddialar ve Türkiye’ye kader tayin edebileceğini düşünen cevşenli algı mühendislerinin yürüttüğü operasyonlar hatırlandığında bu fotoğrafı göze sokmakta bir sakınca olmadığını düşünüyorum.

        Ne söylüyorlardı hatırlayın: “% 50’den aldığı oyu, % 5’in savunduğu bir İslamcılığı % 100’e dayatmak için kullanan Erdoğan kaybetti. ABD, Erdoğan’ı istemiyor. Batı, Erdoğan’ın üzerini çizdi. Yola Erdoğan’sız Türkiye ile devam etmek şart.”

        Yanlarına Gezi’nin uzlaşımsız sokak savaşçılarını da alarak millete dönüp “Ülkeni seviyorsan kurtul Erdoğan’dan” dediler, demediler aslında, dayattılar.

        Emniyetteki yargıdaki hücrelerini ayaklandırıp, yaptıkları ne kadar dinleme varsa ortaya döküp cımbızla harf ve kelime araklayarak bir siyasi hareketi ve liderini dünyanın gözünde küçük, suçlu ve Hitler müsveddesi haline getirmeye çalıştılar.

        Gözleri vardı ama kördüler, “Diktatör” deyince akan suların duracağını, şikâyetlerinin Batılılar nezdinde makes bulacağını zannettiler. Oysa Batılı velileri Putin gibi, Merkel gibi güçlü liderlere bayılıyor, misal Putin’i Obama’nın gözüne baka baka taltif edip göklere çıkarıyordu.

        “Erdoğan, İsrail düşmanı, Türkiye’yi AB’den koparma nedeni bu; İsrail’le, AB’yle iyi ilişkileri önemseyen Cemaat’le de bu yüzden kavga ediyor” diyerek dünyaya müşteki oldular.

        İdam sehpasından, ipten urgandan bahseden sözde “hukuk” savaşçıları gördü bu gözler.

        % 50’nin iradesinin yanında duranları itibarsızlaştırmak için Twitter kampanyaları düzenlediler ki Erdoğan’ın etrafında, arkasında kimse kalmasın, kimse duramasın.

        Bildiğin fiziki savaş stratejilerini uygulayarak aynı secdeye baş koydukları kişilere karşı taarruz yürüttüler. Bu taarruza karşı, bu yargı vesayetine karşı, bu kirli girişime karşı halkın, sandığın, sivil ve “örgütsüz” olanın yanında durmaya çalışan başörtülü kadın yazarların sözümona “dindar”, sözümona “şakirt” hemcinsleri ve meslektaşları tarafından uğradığı küfürlü, kinayeli, iftiralı galiz saldırıları uç uca eklesek İstanbul’dan Senegal’deki Türk okuluna yol olurdu.

        Madem çaya çorbaya 28 Şubat benzetmesi yapmak âdet oldu, o zaman ben de diyeyim: 28 Şubat’ta işittiğimiz hakaretler Gezici, çapulcu, şakirt koalisyonunun attığı/ettiği iftiralar ve küfürlerin yanında adres sormak gibi kaldı. Bu duruma ilişkin tek bir kınama yahut şerh düşmemiş, hatta bu kişilerin sözlerini retweet ederek çoğaltmış bazı kadın gazetecilerin sıra kendilerinin mağdur olmasına gelince kalkıp bizden hesap sormaya yeltenmeleri ise en hafif tabirle hafiflikti, neyse ki bahsi diğer.

        Günün sonunda ne oldu?

        Erdoğan yine o masada.

        Ukrayna’nın NATO’ya katılımının söz konusu olduğu, Rusya’nın “nükleer bir güç olduğunu hatırlatma gereği duyduğu”, Irak ve Maliki konusunda dünyanın Türkiye’nin dediği noktaya geldiği, Suriye meselesinde Türkiye’nin çaldığı erken alarm zillerine tekabül eden ne varsa hepsinin gerçekleşmiş olduğu bir konjonktürde, Erdoğan yine o masada.

        Çünkü bu Batılı, küresel güçlerin şöyle bir huyu var. İstemedikleri adamı her türden ekonomik manipülasyon, psikolojik harekât, sosyal mühendislik yoluyla yıldırıp pes ettirmeye çalışırlar ama o ülke, o adam her şeye rağmen ayakta kalıyorsa, saygılı bir geri adım atıp zarif bir mesafe alarak oyunu yeniden kurarlar. İç dinamiklerin direnmesi, konjonktürü yeniden belirler.

        “Erdoğan’sız Türkiye” diye çıkılan macera da böylece “Erdoğan’lı bir dünya” olur.

        Diğer Yazılar