Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önce eski Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Bardakoğlu Samsun’da “ilim ve ahlak zemininde İslam’ı anlamak” konulu konferans verdi. Konuşmasında toplum sathında “ahlakın buharlaşması” ile ilgili gerçekten önemli tespitler ve değerlendirmeler yapıyor.

        Bunun üzerine Karar Gazetesi’nden Elif Çakır, bu konuşmaya atıfla “Dindarlık ahlaklı olmayı gerektirir mi?” sorusu üzerinden bir tartışma başlattı. Verdiği bilgiye göre “dindarlık ile ahlaklı olmak arasındaki ilişki” kopmuş görünüyor.

        Benzer konularda yazan Levent Gültekin de gözlemlerine dayanarak iktidara geldikten sonra dindar kesimdeki ahlaki yozlaşmaya sürekli temas ediyor.

        Uzun yıllar önce (1980’lerin ikinci yarısı), okuduğum bir kitapta buna benzer bir tespit yapılmıştı. Bu tespit zihnimi altüst etmiş ve kabullenememiştim. Kitap, 1960’lı yıllarda Mısır’da “İhvan-ı Müslümin” hareketini etkisizleştirmek isteyen ABD’nin stratejilerini, bir CIA ajanının hatıraları olarak aktarıyordu: ABD, stratejisini belirlemeden önce ulusal çapta sosyolojik bir araştırma yaptırır. Araştırma sonucunda, Mısır halkının “kadınlarla ilişki konusunda çok katı ve sert tavır koyarken, rüşveti umursamadığı ve rüşvet alanları dışlamadığı” görülür. ABD, itibarsızlaştırmak istediği insanlar için “kadınlarla ilişki yakıştırması” yaparak desteklediği iktidarın önünü açar.

        Burada bana vahim gelen husus, “Müslüman halkın, iki yasaklanmış ilişkiye farklı tutum” takınmış olmasıydı.

        Bu sorunu anlamamıza yardım edecek bir araştırmayı TEPAV yapmış. “Radikalleşme ve Dini Kimlikler” başlığını taşıyan araştırmada, oldukça ilginç ve sorgulamamızı gerektiren sonuçlar var:

        - Bu ülkede yaşayanların önemli bir kısmı kendini dindar (% 75) görüyor. Dini kendi hayatında önemli görenlerin oranı ise daha yüksek (% 85). Bu soruya en düşük cevabı veren CHP’lilerin oranı bile % 62.9.

        - İnsanların önemli kısmı dini vecibelerini yerine getirme konusunda ısrarlı. Yaklaşık % 60’ı başını örtüyor (kadın), yaklaşık % 70’i oruç tutuyor, yaklaşık % 42’si beş vakit namaz kılıyor. Dini geleneklere uyma konusunda ise daha fazla özen var. Bu konuda en düşük oran yine CHP’li olduğunu söyleyenlerde (% 71.5).

        Ancak bu iddialı duruşun perde arkası hayal kırıklığı yaratacak nitelikte.

        - Cevap verenlerin % 10’u ameli mezhebini, % 58’i itikadi mezhebi bilmiyor. Muhafazakârların dahi çoğunluğu itikatta ve amelde hangi mezhepten olduğunu bilmiyor. Kendini Hanefi veya Şafi olarak tarif edenlerin de çoğunluğu itikatta hangi mezhepten olduklarının farkında değil.

        - Daha önemlisi, ister ameli ister itikadi, mensubiyet hissettiği mezhebin düşünce ve ilkelerini bilen yok gibi.

        Anlıyoruz ki, giderek dünyevileşen insanlar şekilci ve görsel bir dindarlıkla yetiniyor. Ayrıca, dindarlık iddiasına rağmen, dini hakkında yeterli bilgiye sahip değil. Ama içselleştirmeden, dini ve ahlakı rastgele konuşuyor ve kolayca referans gösteriyor.

        - Araştırmaya cevap verenler dine dayalı (ideolojik) bir devlet de istemiyor (% 78), demokratik (% 84) ve laik (% 72) bir ülkede yaşamaktan memnunlar.

        Bu ülkede yaşayan herkes özgürlük olsun, eşitlik ve hakkaniyet olsun, demokrasi olsun, insan haklarına saygı olsun istiyor. Hiç kimsenin inancına, giyimine, kuşamına karışılmadığı bir ülke hayal ediyor.

        - Diğer yandan, dindar olmayan birinin de ahlâklı olabileceğini (% 70) söylüyorlar.

        Hukuka saygı, adil ve dürüst olmak, haksızlığı önlemek, doğruyu söylemek, rüşvet ve yolsuzluğa karşı çıkmak, iftira etmemek vb. ahlaki ilkelerin insanlığın ortak değeri olduğu çok açık. Bunların dindarlıkla veya ideolojiyle doğrudan bağı yok.

        Ancak dindar bir insan, özellikle Allah’a, Resul’üne ve kendine saygısı olan bir Müslüman ile ahlak arasında doğrusal bir ilişki beklenir ve olmalıdır da. Çünkü iyi bir Müslüman “helalin hesabı, haramın azabı” olduğuna inanır. Onun için ahlak ikincil bir değer olamaz. Çünkü dindar olmak, özellikle İslam’a ait olmak insana ek sorumluluklar yükler. Eğer insanların, Müslüman’ın ahlakına olan güveni yıkılırsa, bu sorumluluğun altından kalkılamaz.

        Eğer bir Müslüman dini yaşantısı ile siyasal, sosyal, ekonomik vs. hayatında farklılık sergiliyorsa, buna ne ad vereceğiz? Alırken ayrı satarken ayrı, iktidardayken ayrı muhalefetteyken ayrı, kendi hakları için ayrı başkalarının hakkı için ayrı tutum takınılabilir mi?

        Ahlakın dindarlıktan ayrılması, kişisel çıkarların galip gelmesi ve hırsın aklın önüne geçmesi halidir. Unutulmamalı, İslam sadece “itikat” ve “ibadet”ten ibaret değil. “muamelat”, “ukûbât” ve “ahlak” ile bir bütündür.

        Diğer Yazılar