Sahiden rüzgâr değişti mi?
KENDİ kuşağının en parlak beyinlerinin delirerek yok olduğunu gören Allen Ginsberg gibi ben de etrafımdaki insanların hayatlarını, hayal kırıklıkları ve ümitsizlikle tükettiğine tanık oldum. Bu insanlar için pazar günü Maltepe’de toplanan kalabalık, karamsarlıktan kurtulmaları, bir şeylerin değişebileceğini görmeleri açısından umut oldu. Doğdukları, büyüdükleri, yaşadıkları ve hayal ettikleri ülke ile gerçekliğin arasındaki uçurumun belki de kapanabileceğini düşünüp miting alanına koştular.
Üstelik tam da pes etmişken. Gazetelerin en çok ilgi çeken haberlerini başka ülkeye göç etme yolları oluşturup birbiri ardına veda partilerine katılıp arkadaşlarını uğurlarken...
Yüz binlerce insanın bir şölene gider gibi meydana akın etmeleri küçümsenecek bir olay değil. Toplumdaki kimi itiraz ve hassasiyetleri göstermesi açısından da anlamlı.
Ama Türkiye’de muhalefetin en büyük başarısının, yeşeren umutları bizzat kendi eliyle yok etmekte başarılı olduğu gerçeği var. O yüzden “Rüzgâr değişiyor” yorumlarına temkinli yaklaşıyorum.
ANKETLER DİYOR Kİ
Bunca yıldır iktidarda olan bir parti ve liderinin yıpranması, belli bir oy kaybına uğraması normal. Nitekim iktidar partisi özellikle büyük şehirlerdeki oy kaybını referandum sonuçlarında gördü, bunun tedbirlerini de almaya çalışıyor. Ancak buna rağmen Abdülkadir Selvi’nin önceki gün açıkladığı (ama ayrıntısını vermekten kaçındığı) araştırma sonuçlarına göre mevcut siyasi tabloda pek bir değişiklik yok, partiler bilindik oy oranlarını koruyor. Anket abartılı, hatta yalan bile olsa hepimiz biliyoruz ki ortada çok da dramatik bir oy kaybı yok henüz. Maltepe’deki kalabalıktan etkilenen muhaliflerin, iktidarın neden onca yıpranmaya rağmen hâlâ kazandığını sorgulaması gerekmiyor mu?
ALTERNATİF DEĞİL
Kendi içine hapsolmuş bir muhalefet, iktidardaki metal yorgunluğuna, mevcut ortamdan rahatsızlığını gizlemeyen iktidar partisi seçmenine alternatif bile olamıyor sonuçta. Seçimin kaderini etkileyecek kitlelerin gözünde alternatif parti ve liderler o kadar kötü ve yetersiz ki, rahatsız da olsa, memnun da olmasa en azından bildiğiyle yoluna devam etmeyi tercih ediyor. Bu önyargıyı devirmesi için Kemal Kılıçdaroğlu ve başka muhalefet partilerine defalarca bu fırsat verildi ama harcamayı tercih ettiler, bir türlü seçmeni ikna edemediler.
Yürüyüş zaten iktidar karşıtı olan ve sayıları siyaset tablosunu dönüştürmeye yetmeyen kesimi bir araya topladı. Dışarıya yayılamadı. Kemal Kılıçdaroğlu hâlâ Kürt diyemiyor mesela... Mevcut yapısıyla CHP’nin gençlerin önünü açmayacağını, dışarıdan birini bulmayacağını, dünya siyasetini okumadan bilindik ezberlerle yola devam edeceğini kestirmek güç değil.
Yürüdü, başarıya ulaştı ve CHP’ye bu kadarı yetti sanki. 2019’da akşam evde seçim sonuçlarını izlerken bir kez daha hayal kırıklığına uğramayın diye şimdiden söyleyeyim istedim.
CHP'NİN FETÖ'YE MESAFESİ
FETÖ’cüler yurtdışından Kemal Kılıçdaroğlu’nu övgüye boğuyorlar, yürüyüşü sahiplenmeye çalışıyorlar. Hadi genel başkan o seviyeye inmiyor da tek bir CHP’li yok mu bu tiplere haddini bildirecek, bu yürüyüşten kendilerine pay çıkarmalarını engelleyecek?
Tek bir milletvekili yeter, “Ya size ne oluyor, siz kimsiniz” diye teröristlerin hevesini kursağında bırakmak için...
Ama yok işte, çıkmıyor. Hemen her konuda tweet atan (bazen de yanlış fotoğraf tweet’leyen) CHP’nin sosyal medyada 10 kaplan gücündeki vekilleri, FETÖ söz konusu oldu mu ağızlarını açmıyor nedense... Dikkat çekici bir suskunluk bu.
Masa kıran Aykut Erdoğdu neden FETÖ’ye karşı dayılanmaz mesela?
İşte bu yüzden de CHP bir türlü FETÖ’yle arasına mesafe koyamıyor, üzerindeki FETÖ gölgesinden sıyrılamıyor. Acaba iktidar olmak için hâlâ FETÖ’yle ittifak yapılabileceğini düşünen mi var hâlâ orada?
Yeni bir kategori
DOĞRUSU Sabah Gazetesi’ne Salih Tuna’yla birlikte renk geldi. Eskiden de dikkatle okurdum, şimdi daha bir merakla bakıyorum.
Dünkü yazısında da vardı... İktidar mahallesini iki gruba ayırıyor: AK Partililer ve AKP’liler...
İlki davaya hâlâ gönül vermiş ve sadakatle aynı yerde duran isimler... Diğerleri, yani AKP’liler dediği de ismini vermese de Akif Beki gibi bir dönem partinin yakınında yer almış ama zamanla dışarıda kalan, şimdi neredeyse muhalif olanlar.
“AK Parti’den ipini kopartan kimi AKP’liler hangi rolü oynamaya başladıklarını bilmiyorlar” diyor ve AKP’lileri FETÖ’ye kullanışlı aptal olarak hizmet vermekle itham ediyor.
Çarşı karışıyor gibi.
Yürüyüş külliyatı
Yürümek: Sevgi Soysal’ın başyapıt sayılan romanı, 12 Mart yıllarının ağır ve boğucu havasını yansıtıyor, kadın ve erkek kimliğini, sınıf çatışmasını sorguluyor.
Yine Düştük Yollara: Bir Bulutsuzluk Özlemi şarkısı, görünürde bir aşk şarkısı ama o son dizeler yok mu: “Korkular vız geldi / Tırıs gitti / Orada bir yer var ki / O yer bizim yerimizdir / İz bıraksak geçerken / Bize yeter.”
Z: Costa-Gavras’tan Yunanistan’ın darbe yıllarına yüksek sesli itiraz, filmin adı zamanında meşhur olmuş isyan sloganından geliyor.
Gandhi: Batı sinemasının en büyük ayıbı Gandhi’yi bir İngiliz aktöre oynatmaktı herhalde, utanmadıkları gibi bir de Oscar verdiler Ben Kingsley’e. Beyaz adam kendisinin olmayan zaferleri de sahiplenmek istiyor çünkü.