Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜNYANIN kendi küçük kasabaları etrafında döndüğünü düşünen Silivri civarlarından iki genç, belli ki ilk kez yaşadıkları ortamın dışına çıkıp Çeşme’ye gelmişler. Dolmuş şoförüne buralarda nerede denize girilebileceğini soruyorlar. Şoför onlara yakınlarda birkaç tane halk plajı öneriyor. Çeşme’de beach club’a dönüşmeyen plaj kaldı mı sahiden? Alışıldık nerelisin muhabbeti esnasında, “Bizim oraları da çok güzel” diye hiç kimsenin bilmediği bir-iki kıyıdan söz ediyor gençler.

        Neden Çeşme’ye gelmişler, beklentileriyle karşılarına çıkan arasında nasıl bir şok yaşadılar acaba? Kafalarındaki Çeşme dolmuş şoförünün önerdiği dünya değil. Magazinin renkli sayfalarından, televizyonlarda durmaksızın haberlerden etkilenip sürüklenmişler.

        Bir halk plajı, bir de magazinin dünyası var.

        Yıllardır Çeşme’de gittiğimiz ve giderek bütün koya yayılan, şezlong sayısını her geçen gün katlayan, restoranı ve odalarıyla dev bir komplekse dolaşan bir plajda önceki gün dikkatimi çekti. Üç ayrı üyelik kategorisi koymuşlar, restoranlarda ve su sporlarında indirim ve plaja iki kişi bedava giriş hakkı tanıyor ve sezonluk 4 bin TL’den başlayan astronomik bir ücret istiyorlar. Plajın belli tarafından denize girmenin bedeli daha da ağır. Çeşme’de sezon dediğiniz taş çatlasa 45 gün zaten. Kafayı yemişler, en hafif tabir olabilir.

        GENÇLERİN ÖFKESİ

        Derdim açgözlü işletmelerin küçücük bir tatil kasabası üzerinden kısa sürede zengin olmaları değil; bu turizm sektörünün kendi ayağına sıktığı bir kurşun. Bu sene bile ışıltısını kaybeden Çeşme’nin önümüzdeki yıllarda tıpkı Bodrum gibi arkasından ağıt yakılacak, bu kesin.

        Ama asıl mesele, televizyonda gördükleri hayata erişemeyen genç sınıfın öfkesi.

        Deniz hepimizin ama zenginler daha başka yüzüyor. Şezlongları farklı, yemekleri de. Instagram hesabından yakın arkadaşının insanın ayağını kesen kayalıklı plajının reklamını yapan Arda Turan’ı görüp Çeşme’ye koşan o iki Silivrili genç, o plajın kapısına bile yaklaşamamayı kabul edecek mi?

        GELİR UÇURUMU

        Halihazırda zaten kapatılamaz bir gelir uçurumu varken teknolojideki ilerlemeler bu açığı daha da büyütüyor. Değişen teknoloji yüzünden işinden olan ve yeni ekonomiye adapte olma şansı bulunmayan bir işsizler ordusu yerkürenin geleceğini tayin edecek ve belki de en kalabalık sınıf olacak. ABD’de kömür madenlerinin kapanması şimdiden ufak çaplı bir öfke patlamasına yol açıp tamamen reaksiyona dayalı bir başkanın seçilmesine neden oldu. İleride drone’lar yaygın kullanıma geçince ulaştırma işini devralacak, kamyon şoförleri işsiz kalacak. Şoförsüz arabalar en basitinden taksiciliği tarihe gömecek.

        Gelecek uzmanları, “dünyanın geleceğine damgasına vuracak ve belki de çoğunluğu geçecek yeni oluşmak üzere olan bir işsiz sınıfa” dikkat çekiyor. Toplumun dışına itilen bu kitleler yenilgiyi kabul edecek mi yoksa intikam almaya mı girişecek? Beach club sadece bir plaj değildir.

        SİBEL CAN NASIL TÜRKİYE’Yİ DEĞİŞTİRDİ?

        BİZ bu filmi görmüştük. Türkiye iki büyük krizi atlatmış, insanlar evlerinden, işlerinden olmuş, şirketler batmış, birçok aile dağılmıştı.

        Oysa aynı dönemde Sibel Can televizyon kameralarına Miami’deki hayatını açıyordu. Dev bir limuzinin içinde söyleşi verip “Benim için önemli değil, ama çocuklar rahat ediyor” gibi sözler söylüyordu. Dönemin MİT Müsteşarı bu servet pornografisi karşısında, “Televole”nin Türkiye’ye komünizmi getireceğini söylüyordu.

        Komünizm gelmedi ama AK Parti iktidar oldu. 2003’te Türkiye’de seçmen muhafazakârlığa değil, değişime oy verdi. Çürümüş politikacılara karşı denenmemiş isimlere Türkiye’nin yönetimini emanet etti. O günden bugüne de belli bir istikrar sağlandı, ekonomi büyüdü, global kriz Türkiye’yi teğet geçti, pasta büyüdüğü gibi pay alanlar da arttı.

        2000’lerin başında seçmene böylesi radikal bir değişim tercihinde bulunduran, bugün de ufak ufak işaretlerini gördüğümüz benzer bir bıkkınlık ve öfkeydi. Günümüz dünyasında bu öfke globalleşiyor. Antiglobalist hareketlerden “Occupy”cılara, dünyada alternatif liderlerin yükselmesine kadar taşlar yeniden dağıtılıyor. Buna karşılık birçok ülkede de eşzamanlı olarak otokrasi yükseliyor.

        “Televole” ekranda yok ama dönüştürücü kültürel etkileri hâlâ sürüyor. Plajlardaki “çılgın partilerin” ertesi sabahında ne olacağı üzerine yeteri kadar kafa yormamaya devam ediyoruz yine.

        #DüzeltmeServisi

        KABUL EDİLEMEZ BİR HATA

        SEVGİLİ Habertürk, salı günkü birinci sayfada sürmanşetteki Jeanne Moreau’nun ölüm haberindeki vahim hatayı nasıl açıklayacağız?

        “Jim’in Jules’u öldü” diyordu gazetenin sürmanşeti, Truffaut’nun “Jules ve Jim” filmine gönderme yaparak.

        Halbuki Moreau’nun filmdeki karakterinin adı Catherine, zaten Jules de Jim de erkek adı. Truffaut’nun filmi sonradan defalarca tekrarlanacak iki erkek bir kadın arasındaki arkadaşlığı konu alıyor.

        Hatanın hiçbir açıklaması yok, ama en azından Habertürk hatalarıyla yüzleşmekten çekinmeyen bir kurum, halının altına süpürmüyoruz. Ayrıca gazetemiz de bugün düzeltme koydu.

        Bu hatayı dün de yazabilirdim, ama özellikle bekledim. Bakalım bir başkası fark edecek mi, diye. Onlarca medya sitesi, medya eleştirmeni, kültür-sanat dünyasından bir dolu yazar çizer var ama tık yok. Twitter’daki zaptiyeler bile uyanmadı. Bir tek Aslı Uluşahin adlı kullanıcı yazdı. Buna ne demeli peki? Türkiye’de entelektüel çıtanın nasıl düştüğünün acı bir göstergesi sanki.

        Diğer Yazılar