Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DİN ve devlet işlerinin birbirinden ayrıştırılmasında uzun yıllar Fransa modeli “laïcité”ydi Türkiye’de etkin olan. Seküler diğer ülkelere kıyasla dini söylemin kamu alanına hiçbir şekilde sızmasına izin vermeyen Fransa tarzı laiklik, tam anlamıyla hiç Türkiye’nin üzerine oturmadı ama. Başörtüsünün yıllarca toplumsal bir soruna dönüştürülmesi, en ufak bir dini hareketlilikte (okullarda kılınan namaz mesela) laik mahallede yaşanan infial hali, adapte ettiğimiz sistemde tam işlemeyen bir şeyler olduğuna işaret ediyordu.

        Örneğin, ABD kilise ile devleti birbirinden ayırırken dini söylemin kamuya sızmasına yüzeysel olarak itiraz etmiyor. Orada önemli olan, herkesin tek bir bayrak altında devlete ve başkana bağlığını beyanda bulunması; devlete vergi vermek sadakatin en görünür hali mesela. Burka, türban giyebilir, sakal bırakabilirsiniz. Doların üzerinde bile Tanrı vurgusu var, başkanlar da sık sık Tanrı’nın hayır duasını istiyor.

        MÜFTÜ NİKÂHI

        Bizde zaten din ve devlet işleri kâğıtta keskin bir ayrımken pratikte Amerikan tarzı bir sekülarizme benzerdi hep. Camiye gitmeyen, namaz kılmayan, oruç tutmayan siyasetçimiz hiç olmadı mesela. Allah’ın adı sağ-sol demeden her politikacı tarafından sıkça zikrediliyor, ister oy avcılığı deyin ister melezleşmeye örnek gösterin Kemal Kılıçdaroğlu bile umreye gittiğini açıklıyor.

        Cumhuriyet’in tepeden inme politikaları halka benimsetmekten başka bir seçeneği yoktu oysa. Bu devletin kuruluş doktrini Batı değerlerini benimsemekti. Ancak bu elbisenin tam olarak Türkiye’nin üzerine oturmadığı konusunda uzlaşabiliriz sanırım.

        ABD’de belediye binasında da kilisede de nikâh kıyılıyorsa bizde müftülere benzer yetkinin verilmesinin ne sakıncası olabilir? Bu açıdan müftülere nikâh meselesine ilkesel olarak karşı değilim. Kim bilir, belki gelinsiz düğün yapma tuhaflığına imza atan o Trabzonsporlu futbolcu gibilere de makul bir çözüm olur.

        Şimdi müftü nikâhı, evrim teorisinin müfredattan çıkarılması, okullarda cihat eğitimi, imam hatiplerin yaygınlaşması, toplumun kendi öz değerlerine dönmesi, üzerine olmayan elbiseden çıkması mı? Bu gibi tartışmalar toplumu tam ortasından ikiye bölüyorsa çözümü melez bir formülde aramamız şart.

        Tepeden inme politikaların, dayatmanın her türlüsüne karşı çıkılacaksa toplumun en az yarısında kültürel devrim korkusu yaratacak girişimlere de biraz temkinli yaklaşmak gerek.

        BATILI DEĞERLER

        Başörtü yasağının kalkması doğal bir süreçti ve toplumda bunca yıldır korkulduğu gibi bir sarsıntı yaratmadı. Hatta neredeyse toplumun genelinde başörtüsü tartışması bile kalmazken konu sigara içen türbanlıları hedef gösteren birkaç İslamcı tarafından kaşınıyor. Sonuçta toplumun çoğunluğu, bir başkasının başörtüsü takmasının kendi özgürlüğünün de garantisi olduğunu öğrendiğinde itiraz etmeyi bıraktı. Olması gereken de buydu. Oysa evrimin (artık teori denilemez) kaldırılıp cihadın öğretilmesi tek taraflı bir değişim gibi duruyor. Toplumu bölen tartışmalar tabandaki seçmeni kenetliyorsa, bunun da eskiyen bir taktik olduğu görülmeli.

        Fransız modeli bir laiklik tam olarak Türkiye’ye oturmasa da uzun yıllar bu toprakların kendisine özgü İslam yorumu (11 ay içki, bir ay oruç mesela) hakkı verilmeyen bir uzlaşma noktasıydı aslında. Sonuçta toplumda taşlar yerli yerine oturacak, üzerimize uyacak bir kıyafet bulunacaksa bunun doğal sürecinde olması çok daha sancısız olur.

        #DüzeltmeServisi

        EYALET

        DÜN Hürriyet’in ikinci adamı Fikret Ercan, ABD’yi bir baştan başa kamyonla geçme macerasını anlatmış Ayşe Arman’a...

        Haberdeki kutulardan birinin başlığı “Dokuz eyaletten geçtik”. Dokuzuncu eyalet olarak San Francisco’yu, şehir olarak da Mountain View’ü yazmışlar. Silikon Vadisi milyarderlerinin California projesi bir fantezi ama Hürriyet şimdiden San Francisco’yu kendi başına eyalet yapmış.

        #LondraNotları

        BİR TOPLUM PİŞİRİYOR

        BİRKAÇ gündür Londra’dayım ve İngiltere’de pek az şey değişir, pek az şey toplumu heyecanlandırır ya... Channel 4’a transfer olan “The Great British Bake Off” isimli pasta yapma yarışmasının yeni sezonu, popüler kültürün gündem maddesi.

        Yıllarca Mary Berry ve Paul Hollywood’un jüri üyeliğinde BBC’de yayınlanan yarışma başka kanala transfer olunca yeniden yapılandı. Herkesin anneannesi olmasını istediği Mary Berry ayrıldı mesela... Paul Hollywood ise yeni sunucular ve jüriyle yoluna devam edecek.

        Channel 4 önceki gün tam olarak yayın tarihini vermediği yarışmanın fragmanını yayınladı. İngilizlerin hayal kırıklığı yaşamasına yetti... Gazetelerde yarışmanın yeni halinin neden heyecan yaratmadığına dair yazılar çıkıyor.

        Sokakta ise adım başı pastacılık-fırıncılık kursları ilanları var. Önceki gün Chelsea’de yürürken bir fırının kapısında hem kitabını sattığını hem de yaz boyunca her perşembe bedava ekmek yapma dersleri verdiği duyurusunu gördüm.

        The Great British Bake Off

        KURSLAR MODA

        Daha profesyonel kurslarda ise aylar süren sıra var. 2010’da başlayan yarışmada mükemmel pasta yapan küçücük çocukları, marangozları, inşaat işçilerini, göçmenleri görüp her birinin yeteneğinden ve hikâyesinden etkilenen İngilizler hem ekran başına geçiyor, hem de mutfağa giriyor.

        Tabii ilk olarak yüzleştikleri gerçek de pasta yapımının adeta bir kimya formülüne dayandığı, yoruma hiç açık olmadan reçete bağımlığının zorunlu olduğu. Birkaç gram bile fark ediyor ve Mary Berry’nin sinirlerini hoplatmaya yetiyor.

        Diğer Yazılar